Anadolu Uygarlıkları içinde en ilginç olanlarından biri ve Yunan Uygarlığını en çok etkileyeni Frigler’dir diyebiliriz.Frigler Anadolu’da Eskişehir, Kütahya, Afyonkarahisar arasında kalan bölgede yaşamışlardır. Bu bölgelerde Yunan toplulukları ile karşılaşan Frigler Yunanlılar tarafından bu coğrafyanın yerli halkı olarak görülmüşlerdir.Aslında Yunan Uygarlığı Anadolu’dan aldığı her etkileşimi Frigler’e bağlamıştır, çünkü Yunanlılara göre en eski halk Frigler’dir. Herodotos bunu şöyle anlatır:"Mısırlılar, Psammetikos zamanından önce, kendilerini dünyanın ilk insanları sayıyorlardı. Ama gün gelip de Psammetikos krallığı ele alınca ve ilk insanların kimler olduğu merakına düşünce, işte o günden sonra diyorum, kendilerini gene bütün öbürlerinin en eskisi saymakla birlikte, Phrygia’lıların kendilerinden de eski oldukları kanısına geldiler. Psammetikos, soruşturmalarına rağmen, dünyaya gelen ilk insanların kimler olduğunu öğrenemeyince şu çareye başvurdu: Bir çobana, rastgele iki tane yeni doğmuş çocuk verdi, bunlar ağıla konacak ve şöyle büyütülecekti; çoban, belli saatte keçileri alıp yanlarına götürecek, süt içirip iyice doyuracak, sonra da kendi işlerine bakacaktı. Psammetikos’un böyle yapmasının nedeni, çocukların viyaklamalar çağını aştıktan sonra ağızlarından çıkacak ilk sözü yakalamaktı; gerçekten de öyle oldu. Üzerinden iki yıl geçince, bir gün çoban, kapıyı açıp içeri girdi, önünde diz üstü oturan iki çocuk, ellerini uzatarak, «Bekos» diye bağırdılar. Çoban bu sözü ilk duyduğunda bir şey demedi, ama daha sonra da her gelişinde aynı sözü işitince efendisine haber verdi ve isteği üzerine çocukları kendi görsün diye aldı ona götürdü. Psammetikos kendi kulağı ile de duyduktan sonra, herhangi bir şeye bekos adını vermiş olan insanların kimler olduklarını aramaya koyuldu; araya taraya Phrygia’lıların ekmeğe bekos dediklerini öğrendi. Böylece ve bu ipucuna tutunarak Mısırlılar Phrygia’lıların kendilerinden daha eski olduklarını itiraf ettiler.” (II,2)Zaten eski Yunan’a ait ezoterik öykülerde, çok eski zamanlarda geçtiğinin belirtilmesi için kahraman efsanevi Frig kralı Midas olmaktadır. Böylece Midas öyküleri eski masallar gibi kulaktan kulağa yayılmıştır.Frig kültürü Yunan ve Roma uygarlığı içinde yaşamaya devam etmiştir.Friglerin yaşadığı bölge İS beşinci yüzyıla kadar da Roma kaynakarında Phrygia olarak anılmıştır.![]()
FRIGLER’İN TARİHİ
Akurgal’a göre Frigler "MÖ 1190 sıralarında Anadolu’ya gelen Balkan kökenli boylardan biridir. Ancak siyasal topluluk olarak MÖ 750’den sonra ortaya çıkmıştır. [...] Hint-Avrupa kökenli oldukları hale kısa bir sürede Anadolulaşmışlar, ve bir yandan Hellen öbür yandan Geç Hitit etkileri altında kalmış olmakla birlikte özgün ve Anadolulu bir kültür oluşturmuşlardır.Umar’a göre ise "Frigler, bir çok kanıta göre, Hitit İmparatorluğunu yıkan Trak sürüleriyle hısımlığı olan bir halktı."Frigler hakkında genel görüş bu yönde olmakla birlikte kökenleri tartışmalıdır. Ancak bizim de kabul edeceğimiz görüş Friglerin Trak kökenli oldukları yolundaki görüştür.Trak kabileleri, bizim bugünkü Trakya’ya adını vermiş olan kabilelerdir. Bu halkın kökeni de tartışmalıdır.Erzen’e göre (bkz. Kaynakça)“tarihte Traklar olarak bilinen halkın memlekete göç suretiyle gelmelerinden çok önce , çok daha seyrek de olsa , ülkenin yerli bir halk tarafından iskan edilmiş olduğu anlaşılmaktadır. En eski halkın ırk durumu hakkında fazla bilgimiz yoktur. Aynı zamanda eski yerli halkın ülkeye gelen göçmen Traklara karışması hakkında da bilgilerimiz az ve yetersizdir. Bize kadar gelen belgelere göre Traklar geç antik devre kadar Kuzey Avrupa ırk tipinin oldukça kuvvetli bir temsilcisidir."Trakların Kuzey Avrupa ile dil alanında da ilgileri vardır. Trak dili ve Frig dili Hint-Avrupa dil ailesi içince Satem grubuna aittirler.Daha kesin olmamakla birlikte Friglerin Keltlerle akraba oldukları ve ezoterik mirası ortak paylaştıkları akla gelmektedir.Hitit İmparatorluğu yıkılışa geçtiği yıllarda Anadolu kuzeydoğudan Kafkaslar, batıdan da boğazlar üzerinden gelen birtakım göçmenlerin etkisine girmeye başlamıştı. Doğudan gelenlere Muşki deniliyordu ve Elazığ yöresine yerleşmişlerdi. Batıdan gelenler ise Brig adını taşıyorlardı.nbsp; Yavaş yavaş Orta Anadolu’ya geçen bu boylardan Frigler, Polatlı yöresine, daha doğrusu başkentleri olacak Gordion’a varmışlardı. Uzun bir karanlık dönemden sonra, MÖ sekizinci yüzyılda merkezi bir krallık durumuna gelen Friglerin bu kavimlerin kaynaşmasından oluştuğu düşünülmektedir.Bunlardan Muşkiler daha MÖ On ikinci yüzyıldan itibaren Asur belgelerinde yer almışlardır. Hatta efsanevi Midas’a kaynaklık etmiş olduğu düşünülen Mita adına da Hitit belgelerinde rastlanmıştır.Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta, ilk akınlarla Frig Krallığı kurulana kadar geçen süredir. Hitit İmparatorluğu yıkılırken Anadolu’da ilk varlık gösteren Muşkiler’dir. Ancak Frig devletinin ortaya çıkması daha çok zaman almıştır.<>> >
Sedat Alp, bunu şöyle açıklamaktadır : (Hitit Çağında Anadolu, bkz Kaynakça)“Asurlular Muški ülkesinin kralı Mita’dan haberdardı. Bunun Frig kralı Midas olduğu uzunca bir zamandan beri kabul edilmiştir. Bu eşitlikten ilk bakışta Frigya ile yalnız Asur kaynaklarından tanınan Muški ülkesinin aynı ülke oldukları akla gelse de, ilk kez Ekrem Akurgal’ın gösterdiği gibi Friglerin maddi kalıntılarına MÖ 8. yüzyıldan önce Anadolu’da rastlanmadığı ve ve Muški ülkesinin ise daha I. Tiglatpileser zamanında (tahminen MÖ 1112-1074) yukarı Dicle bölgesinde varlığını gösterdiği göz önünde tutulursa, Frigler ile Muškilerin aynı kavim olduklarını kabul etmek zordur. Olsa olsa Asurlular bunu yakıştırmış olabilirler. Asurlularon Friglerden söz etmemesi dikkat çekicidir. Belki de Friglerin siyasal açıdan Muškililer üzerinde etkili olmaları, onların Muškililer ile ilgilendirilmelerine neden olmuştur.“Bu belirsizliğin nedeni kuşkusuz Anadolu’nun Hitit İmparatorluğunu da yıkan istilalardan sonra yaşadığı karanlık çağlardır. Bu devire “karanlık çağlar” adını vermemizin başlıca nedeni ise elimizde yeterli belge olmayışıdır. Bir başka nedeni ise siyasi birliğin kurulamamış olmasıdır.Anadolu’da siyasi birlik ancak MÖ sekizinci yüzyılda kurulabilmiştir.Bu dönem Asur kayıtlarında da Friglerele ilgili ifadelere rastlanmaktadır. MÖ 709 yılında II.Sargon’un bir yazıtında “benden önceki krallara boyun eğmeyen Mita” diye bir ifade vardır.Asurlarla yapılan barış anlaşmasından sonra Asur kayıtlarında Muşki kralı Mita’nın adına rastlanmaz, ancak Frigya kralı Midas Yunan kaynaklarında görülmeye başlar. Bir başka deyişle MÖ yedinci yüzyıldan itibaren Friglerin Yunan halkları ile olan ilişkileri başlamış olur.Daha öncede belirttiğimiz gibi Yunan kaynakları, kısıtlı tarih bilgileri bakımından yeterli olmayabilir, ancak şu an için en önemli detaylı kaynak oldukları için Frigler ile ilgili bilgilerimizin bir bölümünü bunlara dayandırmak zorundayız.Yunan kaynakları Friglerin ilk kralının Gordios olduğunu ve Friglerin başkenti Gordion’un adını bu kraldan aldığını söyler. Bugün Polatlı yakınlarında kalıntıları bulunan bu şehrin adının kökeni daha önceki Anadolu dillerinden gelmesi ve bu ismin sonradan Hellenler tarafından uydurulmuş olması olasılığı yüksektir. Zaten Gordios ile ilgili Yunan Arrianos’un anlattıklarından başka da önemli bir kaynak yoktur.nbsp;Friglerin efsanevi kralları ise Midas’tır. Midas’ın tek bir kişinin adı mı yoksa hükümdarlara verilen bir ad mı olduğu belli değildir, ancak Mita adının da hem Asur hem Hitit kaynaklarında varolması bu isimle en az bir kişinin hükümdarlık yaptığını doğrulamaktadır.Daha önce de belirttiğimiz gibi, Midas adı pek çok efsaneye karışmıştır. Bu efsaneler çok eski dönemleri anlatan Yunannbsp; efsaneleri olduğu gibi, gerçekten Anadolu kökenli de olabilirler.Bu dönemde Frigya’nın bölgede gerçekten büyük bir güç olduğuna kuşku yoktur. Midas’ın efsanede her tuttuğunu altın yapması her ne kadar ezoterik bir motif olsa da kökenini bu dönemdeki Frigler’in zenginlikleri için anlatılanlardan almıştır. Midas’ın tahtını Delfoi’deki tapına adaması da bu tahtı gören Yunanlıları Frigya’nın zenginliği karşısında şaşırtmıştır.Bu dönemde Yunan halkları ve Frigya arasındaki ilişkiler de yoğunlaşmıştır. Yunanların Frigya’yı en eski halk olarak görmesi de bu dönemde Yunan halklarının Anadolu kültürü ile Frigler vasıtası ile ilk olarak karşılaşmasından gelmektedir.Ancak Frgilerin bu parlak günleri fazla sürmemiş ve Kimmer istilaları altında Frig Devleti tarihe karışmıştır.Ancak Frigler ve Frig kültürü Anadolu’da Roma dönemine kadar yaşamış, ve Phrygia diye adlandırılan bu bölgede eski inançlar yaşamıştır.
FRIG DİLİ
Frigce Orta Anadolu’dan Kütahya’ya , kuzeyde Kastamonu’ya kadar yayılmıştı. Frgice dil olarak daha çok Makedonların atalarının diline benzemektedir. Yunanca ile benzerlikleri olsa da Makedonların atalarının dili ile olan benzerlik kadar değildir. Bu dilin kökeni hakkında daha ortak bir görüş birliğine varılabilmiş değildir. Bu dilin Hint-Avrupa kökenli olduğunu söyleyenlerin yanında yerli bir dil olduğunu da söyleyenler vardır. Frig dili İmparatorluğun yıkılmasıyla tarihe gömülmemiş, Roma zamanına dek dağlık bölgelerde kullanılmıştır. Anadolu’da bir çok yerde rastlanan Frig yazısı ise daha tam olarak çözülebilmiş değildir.
![]()
FRİG İNANÇLARI
Frig inançları içinde en çok tanınmışı kuşkusuz ana tanrıça kültüdür. Yunanlıların Kybele olarak adlandırdıkları Frig ana tanrıçası aslında Anadolu’nun en eski tanrıçalarından biri olan Kubaba’dır.Frigler Anadolu’ya geldiklerinde, kuşkusuz karanlık çağlar boyunca, buranın yerli kavimleriyle ilşkiye geçmiş ve bu kültü almışlardır.Bugün Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde bulunan bir çok Kybele yontusu da bu kültün yaygınlığı hakkında fikir vermektedir.Frig ana tanrıça figürlerinde ana tanrıçanın başında kulebiçimli bir taç gözükmektedir. Bu onun egemenliğini simgesi olarak yorumlanmaktadır.Friglerce Kubile diye de adlandırılan ana tanrıçanın Frigce bir başka ismi de Agdistis’tir.Tanrıça’nın en önemli tapınma yerlerinden biri bugün Sivrihisar’da bulunan Pessinus idi. Burada , büyük olasılıkla, bir meteor olan , gökten inen tanrıça idolünün bulunduğu yerdi. Çok uzun yıllar ana tanrıça tapımının merkezi olan bu yer Roma döneminde dahi önemini kaybetmemiş, Romalılar, Kartaca’ya karşı olan savaşı kazanabilmek için bu taşı MÖ 204 yılında Roma’ya götürmüşler ve bunu Magna Mater (Ulu ana)nbsp; diye adlandırmışlardır. Strabon (MÖ 64- MÖ 21) burayı ve buradaki kültü şöyle anlatır:“ Pessinos dünyanın o kısmındaki en büyük ticaret merkezi olup, büyük saygı gören Tanrılar Anasına ait tapınak buradadır. Ona Agdistis derler. Eski devirlerde rahipler aynı zamanda hükümdardı ve rahipliğin sağladığı nimetleri onlar biçiyorlardı. Fakat şimdi ticaret merkezi hâlâ ayakta durduğu halde rahiplerin yetkileri çok azalmıştır. Kutsal bölge, Attaloslar tarafından kutsal bir yere yakışacak şekilde, bir tapınak ve beyaz mermerlerden portikler ilave edilerek yapılmıştır. Romalılar […] Kybele’nin kehaneti doğrultusunda oradaki tanrıçanın heykelini almak üzere girişimde bulunarak tapınağı ünlü kılmışlardır. Kybele’nin ismini Kybeon dağından aldığı gibi, Dindimenê ülkesi de ismini üst tarafındaki Dindymon dağından almıştır. Yakınında Sangarios nehri akar; ve bu nehrin üzerinde eski Phrygialılara, Midas’a, hatta kendi devrinden önce yaşamış olan Gordias’a ve diğerlerine ait iskân kalıntılarına rastlanır, fakat bu izler kentlere ait olmayıp, büyükçe köyler niteliğindedir.”Strabon tabii ki burayı kendi çağının görüş açısına göre anlatmıştır. Ancak daha sonra burada yapılan kazılar da Kybele tapınağını ve Roma kalıntılarını açığa çıkartmıştır.Pessinus ana tanrıça için yapılmakta olan törenlere sahne olmakta, kendini ana tanrıçaya adayanların merkezi konumunda bulunmaktaydı. Erkekler burada kendilerini ana tanrıçaya adamak için erkeklik oraganlarını da kesmekteydiler.Burada aynı zamanda Attis kültü törenleri de yapılmaktaydı. Anadolu’nun ana tanrıçası aynı zamanda toprak ana olduğundan bunu dölleyecek bir tanrıya ihtiyaç vardı. İşte Attis Kybele’yi dölleyen tanrı idi. Ancak bu tanrı yaz sonunda ölmekte ve böylece de doğa, tanrı ilkbaharda yeniden doğana dek uykuya yatmaktaydı. Mezopotamya inançlarında da görülen bu motif, Kybele kültü ile birlikte yaşamış ve Yunan mitolojisine de Adonis şeklinde geçmiştir. Bu kült aynı zamanda da bazı gizem kültlerine kaynaklık etmiştir. Bu kültler Anadolu’da Frig devletinin yıkılışından sonra da devam etmiştir.Barnett, Attis efsanesinin çok ilginç bir yönüne dikkat çekmektedir: (Bkz Kaynakça)“Bir uyarlamaya göre, Agdistis, Pessinus kralının damadı yakışıklı Attis’e aşık olan, onu ve onun kentini yıkıma götüren, kendini hadım edip böylece dişi olan iki cinsiyetli bir canavar idi. […] Öykünün çok kısaltılmış, daha yumuşak bir uyarlaması, gençliğinin ve güzelliğinin baharında bir yaban domuzu avında öldürülen Attis’e Agdistis’in duyduğu aşkı anlatmaktadır. Fakat her yıl ilkbaharda, kendi kendini sakatlamayı içine alan coşkulu yas ritüelinin uygulayan inananların vasıtasıyla, Attis her yıl yeniden diriltilir ve böylece doğanın ölmüş kuvvetleri canlandırılırdı. Ritüel esnasında, heyecan öyle yüksek bir noktaya varırdı ki, tanrıçanın en ateşli inananları kendilerini tanrıça ve Attis’in şerefine hadım ederlerdi […] Tanrıçanın bu vahşi tapımı – ki onun uğruna yakışıklı aşığı acı çekmiş ve ölmüştür- erkenden batıya doğru İonia’ya süzülmüş, fakat daha yumuşak ve gerçekten daha romantik bir biçimde, Anadolu ile bağlantılı çeşitli Hellen mitoslarında yansımıştır. Bu mitoslarda, bir tanrıçanın aşık olduğu fakat bu aşkıyla ona talihsizlik getirdiği bir gencin teması ortaya çıkmaktadır.“Kybele ya da ana tanrıçaya ait kutsal yerlerin dağlarda ya da kayalıklarda olduğuna inanılmaktaydı. Anadolu’da bu amaçla yapılmış bir çok sunak yerine rastlanmıştır. Atrıca bu sunaklarda ve kayalarda Kybele heykelinin konulduğu nişlere de rastlanmaktadır.
Bunlardan en önemlisi kuşkusuz Midas Şehri (Yazılıkaya) civarındaki sunaklardır. Buralarda kayalara oyulmuş sunaklar ve özellikle de basamaklarla çıkılan taht biçimindeki oymalar, buraların kült merkezleri olduğunu göstermektedir. Meşhur Midas anıtı da, içinde yazan “MATEP” (anne) yazısının gösterdiği gibi ana tanrıça kültünün önemli yerlerinden biridir.Anadolu’nun başka yerlerinde de bu tip sunaklara rastlanmaktadır. Bunların bazılarında ise Frig yazısı da bulunmaktadır.Frigler’de Ana Tanrıça tapımı dışında Güneş tanrısı Sabazios ve Ay tanrısı Men tapımları da vardı. Bunlardan Men’in özellikle eski Anadolu’nun Ay tanrısı ile ilişkisi olduğu düşünülebilir. Hatta bu tanrının omuzunda hilal ile gösterimleri de bu görüşü kuvvetlendirmektedir. Bu tanrıların Frigler tarafından daha sonradan benimsendiği de düşünülebilir.Frigler’de bunların dışında da eski Anadolu inançlarının izlerine rastlamak olasıdır. Eski Anadolu inançlarında geçen hayvan motiflerine Frigler de de rastlanmaktadır. Pazarlı kazılarında ele geçen boğa ve arslan mücadelesini anlatan kaplama plakalar da bu konuda çok anlamlıdırlar.![]()
FRİGLER’DE ÖLÜ GÖMME ADETLERİ
Frigler’de başlıca iki farklı ölü gömme adeti vardır. Soylular ve zenginler için uygulandığı düşünülen bu tür ölü gömmelerin Frigya’da uzun süre uygulandığı anlaşılmaktadır. Yoksul halkın ise gömüldüğü ya da yakıldığı düşünülmektedir. Ancak yoksul halka ait mezarlar daha yeterli sayıda bulunamadığı için bu konuda bir şey söylemek için erkendir.Ölü gömme adetlerinin biri kaya mezarlarına gömme idi. Frig döneminden kalma bir çok kaya mezarlarına rastlanmıştır. Midas şehri yakınlarında ve Frig topraklarının büyük bölümünde kaya mezarlarına rastlanmıştır. Bazıları anıt-mezar şeklinde olan bu kaya mezarları ne yazık ki defineciler (hatta Romalıları da katarsak yüzyıllar boyu) ağır tahribata uğramışlardır.Frigler’in en tanınmış ölü gömme adetleri ise tümülüsler yani tepe şeklinde yığma mezarlardır. Gordion’da ve Ankara’da sık olmak üzere diğer Frig şehirlerinde de rastlanılan tümülüs adetinin Frigler’e Trakya’dan geldiği düşünülmektedir. Ahşap mezar odasının üzerine toprak yığarak oluşturulan tümülüslerde çeşitli şekillerde yapılmışlardır.Tümülüsler hakkında Sevin (bkz. Kaynakça), şöyle yazmaktadır:“Frygia tümülüslerindeki mezar odalarının ahşap konstrüksiyonu ileri bir tekniğin eseridir. Ölüler önceleri yakılmadan ahşap sedirler üzerinde uzatılmış, MÖ 7. yüzyılın sonlarından itibaren de , büyük bir olasılıkla batıdan, Yunanistan üzerinden gelen etkilerle yakılmaya başlanmıştır. Ahşap mezar odasına ölü ve ölü armağanlarının bırakılmasından ve ahşap çatının kapatılmasından sonra, odanın üzeri büyük bir yığma tepeyle örtülürdü. Mezar odasının üzerine yığılan tepenin yapımında bazı kurallara uyulması zorunluydu; aksi takdirde binlerce ton ağırlığındaki toprak yığınının ahşap mezar odasının üzerine yapacağı baskıyı önlemek olanaksızdı. […]Mezar odasının çatısı çatılıp, bunun üzerine taş ve toprak yığıldıktan sonra bir daha açılması olanaksızdı. Ancak tek tehlike mezar soyguncuları idi. Bu nedenle mezar odasının yer seçiminde dikkatli olmak gerekiyordu. Toprak yığını altında kalan mezar odalarının yeri büyük tümülüslerde tam ortada, zirvenin tam altına gelen bölümdeydi. […] Alçak tümülüslerde, mezar odasının yerini gizleyebilmek esastı ve bu nedenle mezar odaları merkezden uzak yerlere yerleştirilirdi.”En meşhur tümülüs kuşkusuz Midas Tümülüsü ya da diğer adıyla Büyük Tümülüs’tür. Burada yapılan kazılarda bronz ölü eşyaları, ahşap eserler ve bir çok arkeolojik eser bulunmuştur.
23 Aralık 2011 Cuma
Frigler
hititler
Hititler, Alm. Hettiter (m.pl.), Fr. Hittites (pl.), İng. Hittites. M.Ö.
2000 yılından M.Ö. 8. yüzyıla kadar Anadolu’da hüküm süren devlet. Anadolu’nun
tarihsel çağları,
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Hattuşa olduğu anlaşılan
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Yozgat’ın güneydoğusuna düşen
Alişarhöyük'te ve kayserinin kuzeyindeki Kültepede bulunan,
Gerek Kültepe Höyüğünde , gerek Asurlu tüccarların oturmuş olduğu anlaşılan ve tabletlerin bulunduğu yerleşmede,
Bilim dünyasının Hititler ile karşılaşması
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Tutankamun’un , Ön
Asyadaki başka devletlerin kralları ile olan diplomatik yazışmalarını
içermektedir. çivi yazısı ve Babil lehçesi ile yazılmış olan bu tabletlerin
birinde Hitit kralı Suppiluliuma, Firavuna kardeşim diye hitap ediyor, kendisini
onunla eşdeğer bir hükümdar olarak kabul ediyordu.
Burada şunu da belirtmek gerekir ki;İncil’de İ. Ö. 1. bin yılda Filistin de yaşamış oldukları söylenen Hititler ile İ. Ö. 2. bin yılda Anadolu da bir devlet kurmuş olan Hititler aynı topluluklar değildi. Dil ve köken bakımından asıl Hititlerin akrabası, onların bir bakıma devamıdır.
El-Amerna belgeleri arasında iki mektup daha vardı, bunlar o güne kadar bilinmeyen bir dille , fakat yine de çivi yazısı ile yazılmıştı. Bu belgeleri 1902 yılında inceleyen Norveçli bilim adamı J. A. Knudizon, bu mektupların dilinin Hint-Avrupa dili olduğunu açıkladı. Knudizon’un bu buluşu, diğer bilim adamları arasında kuşku ile karşılandı ve kendine bir yandaş bulamadı. Aradan 4 yıl geçtikten sonra 1834 yılında C. H. Texeir tarafından bulunan, Ankara’nın 150 km. doğusundaki Boğazköy de H. Winkler tarafından 1906 yılında başlatılan kazılarda, El-Amarna da bulunmuş ve Arzawa kralına gönderildiği anlaşıldığı için, adına Arzawa mektupları denilen bu iki belgenin yazıldığı dilde kaleme alınmış olan başka tabletlerde ortaya çıkmaya başladı. Winkler kazılarını 1913 yılına kadar sürdükten sonra ölünce Alman Şarkiyat Cemiyeti, Çek bilgini B. Hrozny’yi İstanbul’a göndererek, Boğazköy’den çıkan bu tabletleri incelemesini istedi. Bu sırada ortaya çıkan 1. Dünya Savaşı nedeniyle Hozny çlışmalarını kısa kesmek zorunda kalmıştır. Çalışmaları olumlu yönde geçtiği için 24 Kasım 1915 tarihinde Berlin Ön Asya Cemiyetinde verdiği Hitit sorununun çözümü konulu konferansta bu belgelerdeki dilin gerçekten Hint-Avrupa dili olduğu tezini ortaya atmıştır. Yayınlanan bir kitapta Hrozny, Eski Yunanca, Latince ve Eski Hintçe ile yaptığı karşılaştırmalarla bir çok Hititçe sözcüğün anlamını saptamayı ve Hitit dilinin ilk Gramer kurallarını ortaya koymayı başarmıştır. Böylece, bugün Hititoloji olarak tanınan bilim dalının doğuşu gerçekleşmiş oldu.
Anadolu Yarımadası'nın bugün için bilinen en eski adı
Oysa sonradan yine tabletlerden öğrenildiğine göre söz konusu Hind-Avrupalı halk kendini
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Hitit biçimindeki adlandırma,
Eskiçağ tarihi çevrelerinde yayıldığı için onu değiştirmek güç olurdu. Zaten
Anadolu'ya geliş yönleri arasında, Kafkasya üzerinden, Çanakkale Boğazı'ndan ya da Karadeniz'den olmalıdır. En genel kabul gören görüş, Kafkasya üzerinden Anadolu'ya indikleri yönündedir.
Tarihteki ilk kralları Kuşşara kralı LeonUgur'dır. İlk yerleşim yerleri ise Hattuşaş'dır. Pithana'nın oğlu Anitta zamanında başkentleri Neşa (Kaniş) olmuştur. Anitta, Hitit krallığının başkenti olan Hattuşaş'ı (Boğazköy), çok büyük hazineleri olduğunu tahmin ederek kuşatmış fakat şehirde herhangi bir şey bulamayınca kızarak şehri tamamen yakıp yıkmış ve ünlü lanetini savurmuştur:
“Geceleyin yaptığım bir saldırı ile şehri aldım. Yerine yaban otu ektim. Benden sonra her kim kral olur ve Hattuşaş’ı yeniden iskan ederse gökyüzünün (Fırtına Tanrısı’nın) laneti üzerinde olsun.”
Daha sonra Anitta'nın soyundan gelen torunu Hattuşaş'ı bu kez Hitit krallığının başkenti yapacak ve kendisine de "Hattuşili" adını verecektir. Hattuşaş Antik Kalıntıları bugün UNESCO'nun Dünya Kültür Mirasları listesinde yer almaktadır. Hititler yerli halkın ekonomik ve kültürel etkilerinden etkilenerek dil ve dinlerini benimsemiş ve ırklarını Hatti ırkının içinde eritmişlerdir.
Hititler, Asurluların Anadolu’ dan çıkmak zorunda kalmasıyla devlet idaresini ellerine almışlardır. Anadolu’nun yerli halkıyla kaynaşıp Hitit Devleti’ni kurmuşlardır. Bu devletin kurucusu Labarna‘dır. Başkenti ise Hattuşaş’ dır. ( Boğazköy)
Hitit tarihi M.Ö. 1650 - M.Ö. 1450 Eski Krallık Devri ve M.Ö. 1450 - M.Ö. 1200 İmparatorluk Devri olmak üzere iki safhada incelenir. Hitit Devleti'nin kuruluşundan itibaren, sanattaki Mezopotamya'lı unsurlar kaybolarak, Anadolu'nun yerli sanatıyla birleşmiştir. Sanatta, boyutları büyümüş anıtsal eserler ortaya çıkmıştır. Mabetler, saraylar, sosyal yapılar, kaya kabartmaları ve orthostatlarla (bina cephelerinde alt sırada yer alan kabartmalı taşlar) önceki sanattan ayrılır.
Aslında Hattiler'e ait olmasına rağmen Hitit Güneş Kursu olarak anılan törensel nesne, Hititlerin sembolü kabul edilir.
Hitit adı Eski Ahit'e göre uydurulmuş bir isimdir. Bugün Hitit diye anılan bu halkın kendilerine "Nesi dili konuşan" anlamında Nesili dediklerini biliyoruz. Hititler kendilerine "Neşalılar" diyorlardı.
M.Ö. 1800 yılları, Anadolu tarihinin başlangıcı yerli aglutinant dil grubuna ait Hattiler ve Hint Avrupalı Hititler hakkında ilk bilgilerin edinildiği dönemdir. Bu çağ, Hitit kültürünün başlangıç ve gelişme aşamalarının kaynağıdır. M.Ö 2500-2000 yılları arasında Kuzey Kapadokya ve Orta Karadeniz bölgesinde gelişmiş kültürün temsilcisi Hattiler’ di.
Şehir devletleri tarafından yönetilen bu bölgenin müstahkem şehirleri, kral mezarları,
hazineleri, Hatti kültürünün simgeleridir. M.Ö 2000 yılları sonlarında büyük savaşlar sonucunda çıkan yangınlarla sona eren bu çağı, Asur Ticaret Kolonileri dönemi izler. Yazılı kaynaklardan Hititlerin, Anadolu’ya M.Ö. 3. binin son yıllarında, 2. binin başında küçük gruplar halinde, girmeye başladıkları ihtimali çıkmaktadır. Hititlerin Anadolu’ya Kuzey Karadeniz üzerinden veya kuzeydoğudan, Kafkaslar üzerinden geldikleri ve Kızılırmak kavisinin kuzey kesimine yerleşmiş oldukları değerlendirilmektedir.
Birbirini izleyen akınlarla Orta Anadolu içlerine yayılan Hititler, zamanla etki
alanlarını genişletmişler, Hattili Prenslerin arazilerine hakim olmuşlardır.
Asur Ticaret Kolonilerinin geç evresinde (M.Ö. 1800- M.Ö. 1730) Kuşşara Kralı Pithana ve oğlu Anitta tarih sahnesine çıktılar. Onlar Hitit diline Nesice adını veren
Kaniş/Neşa’yi zaptedip krallığın ilk merkezi yaptılar. M.Ö. 1700’lerde Kuşşara
kralı Anitta, Hatti Kralı Pijusti’yi yenip şehrini tahrip ettiğini anlatmaktadır:
:Geceleyin yaptığım bir saldırı ile şehri aldım. Yerine yaban otu ektim. Benden sonra her kim kral olur ve Hattuş’u yeniden iskan ederse gökyüzünün Fırtına Tanrısı’nın laneti üzerinde olsun.
Hattuşaş M.Ö. 17. yy.’ ın ikinci yarısında, Hitit Kralı I. Hattuşili tarafından başkent olarak seçilir. Eski Hitit Devleti’nin kurucusu I. Hattuşili Kızılırmak kavisi içindeki çekirdek ülkede birliği sağladıktan sonra, Kuzey Suriye ve Yukarı Fırat Bölgesi’nde Hurri Ülkesine karşı yönettiği akınlarla, kendisini izleyecek Hitit Krallarına bir Dünya devleti olma amacının işaretini veriyordu. Murşili istilalara güneyde devam ederek ve Suriye’deki şehir devletlerini devreden çıkartarak, Mezopotamya ticaret yollarını kontrol altına aldı. Halep ele geçirildi ve ordu Babil’e kadar ilerleyerek Hammurabi hanedanlığına son verdi.
Ancak, I. Murşili’nin Hantili tarafından öldürülmesi bir karışıklık dönemi getirir.
Hantili idareyi ele aldıysa da o da öldürüldü. Hantili’den sonra tahta geçen
Zidanta ve I. Huzziya’da Hantili ile aynı kaderi paylaşarak öldürüldüler.
Bu dönemde Hitit devleti, Torosların güneyindeki ülkeleri, Güney ve Güneydoğu Anadolu’daki diğer bölgeleri yeniden Mitanni Krallığı’na kaptırdı.
Telipinu tahta geçince, saraydaki kan davalarını durdurmayı başardı. Önceki kralların
uzak bölgelere yaptıkları seferleri durdurarak, Anadolu’yu kendi içinde tutarlı bir idari
teşkilat altına almaya çalıştı. Bu amaçla eyalet sistemini kurdu. Telipinu fermanı olarak
bilinen fermanı yayınlayarak, taht verasetini belli kurallara bağladı.
Geleneksel Hitit tarihi çağ ayrımına göre, Telipinu devrini Orta Krallık adı verilen dönem izler.
Aynı zamanda I. Tuthaliya Hititlerin amansız düşmanı Kaşkalar’la da başetmek zorunda kalmıştır. Metinlerde Tuthaliya zamanında, Fırat’ın yukarı yatağında kalan bölgelere
ve Kuzey Mezopotamya’da Hurrilere karşı yapılan askeri harekatlardan söz edilmektedir.
Bu başarılarla I. Tuthaliya’nın Hatti ülkesinde krallığın gücünü yeniden sağladığı
anlaşılmaktadır. Ancak I. Tuthaliya’nın hükümdarlık alanı genelde Anadolu ile sınırlı
kalmıştır.
I. Şuppiluliuma tahta geçince, öncelikle Anadolu’ daki hakimiyetini sağlamlaştırmıştır.
Daha sonra Suriye ve Kuzey Mezopotamya'nın bazı bölgelerini Hitit Krallığı’na katmıştır.
Kaşkalarla savaşmış, Ugarit Kralı II. Nigmedu ile bir anlaşma yapmıştır. Şuppiluliuma Mısır’ da Tutankhamon’ un ölümünden sonra çıkan çatışmaları fırsat bilmiş, Kargamış’ı alarak Mitanni Krallığı’ na son vermiştir.
Dosya:Hattusa.king.jpg|thumb|Hitit İmparatorluğu'nun son bilinen kralı 2. Suppiluliuma'nın rölyefi.
II. Murşili’nin, Anadolu’nun kuzeyindeki ve batısındaki seferleri, Hitit çekirdek ülkesinde
vebanın hüküm sürdüğü ve giderek artan Asur etkisiyle Suriye’de huzursuzlukların yaşandığı
bir döneme rastlamıştır.
Babası Murşili’nin ardından fazla zorluk çekmeden tahta geçen XXI. Muvattalli, yirmi yıldan fazla ’’Büyük Kral’’ olarak hüküm sürmüştür. O’ nun küçük kardeşi Hattuşili, askeri birliklerin başı, saray memuru, kuzey sınırının sürekli huzursuz bölgelerinde ve Hattuşa’da Vali olarak Hükümdara birçok alanda hizmet vermiştir. Bu dönemde Muvattalli sarayını, Tanrı ve atalarının heykelleri ile birlikte Hattuşa’dan Tarhuntaşşa’ya taşımıştır.
Muvattalli zamanında Orta Suriye’deki Amurru bölgesi nedeniyle, Hititler’in anlaşmazlığa
düştüğü ülke Mısır’dı. Bu anlaşmazlık Kadeş Savaşı’ na yol açtı. ( M.Ö. 1299)
Günümüzde Mısır’ daki Abydos, Luksor, Abu Simbel’in duvarları ve Ramsesseum’un pylonlarının üzerindeki kabartmalarda, Yakındoğu’nun geçmişindeki en ünlü savaşlardan biri olan Kadeş Savaşı’nın tasviri görülmektedir. Kabartmalara II. Ramses’in Hitit Kralı II. Muvattalli’yi yenerek elde ettiği zaferin kutlandığı hiyeroglif metinler
eşlik etmektedir. Firavun çok iyi hazırlanarak savaş alanında bizzat bulunmasına rağmen, savaşın asıl galibi Hititler olmuştur. Amurru yeniden Hitit yönetimi altına girmiş, ayrılıkçı yerel kral Benteşina ise Anadolu’ya sürülmüş, Kadeş Kalesi Hitit denetiminde kalmıştır.
Büyük Kral II. Muvattalli öldüğünde, eski bir kurala uyulmuş ve imparatorluğun en güçlü adamı olan kardeşi Hattuşili yerine, oğlu III. Murşili/Urhi-Teşup tahta geçmiştir. O, başkenti Tarhuntaşşa’dan, yeniden Hattuşa’ya taşımıştır.
Bölgede II. Muvattalli döneminden ve Kadeş Savaşı’ ndan bu yana II. Ramses hüküm sürmekteydi. Hattuşili Asur ve Babil Hükümdarları ile olduğu gibi, II. Ramses ile de hükümdarlar arasındaki olağan ilişkilerini sürdürmüştür. I. Şuppiluliuma’dan beri süregelen savaş durumunu sona erdirmiş ve Mısır ile barış antlaşmasını imzalamıştır. Antlaşma Hattuşa’ da ortaya çıkarılan ve günümüzde İstanbul Arkeoloji Müzesinde bulunan kil tabletten anlaşılmaktadır. Akadca yazılmıştır. Ayrıca Mısır-Karnak Ramesseum’ da da Mısır hiyeroglifi ile kaleme alınmış kopyaları görülmektedir. II. Ramses ile yapılan barış antlaşması, Hattuşili’ nin hükümdarlık döneminde ulaştığı bir zirvedir. Bu başarı kendisinin rakipleri Asur ve Babil ile Ege’ deki rakibi Ahhiyava karşısındaki konumunu güçlendirmiştir.
Kurallara uygun olmaksızın tahta çıkmış olmasına rağmen, III. Hattuşili önemli politik başarılar ve uluslararası takdir kazanmıştı; ancak Hattuşa’da tahtına çıkacak kişi ile ilgili düzenlemeyi yapmak da kendisi için önemliydi. Önceden seçilen varisten vazgeçilmiş ve yerine Prens IV. Tuthaliya seçilmişti. Tuthaliya tahta çıktıktan sonra, Tarhuntaşşa Kralı Kurunta ile antlaşma yapmış ve Tarhuntaşşa ülkesinin sınırları yeniden çizilmiştir. II. Muvattali’nin oğlu olarak hanedandan gelen Krala, imparatorluk hiyerarşisi içinde Karkamış Kralı ile aynı düzeyde yer verilmiştir.
Hitit İmparatorluğu’nun bilinen son hükümdarı IV. Tuthaliya’ nın oğlu II. Şuppiluliuma, başgösteren yiyecek sıkıntısıyla daha da gerginleşen duruma rağmen bazı askeri başarılar elde etmiştir. Hattuşa’da bugün Güneykale olarak adlandırılan kesimdeki bir yazıtta, II. Şuppiluliuma’ nın askeri birliklerinin Orta ve Güneybatı Anadolu’da başarıyla savaştığından, Tarhuntaşşa’ da da hükümdarın yeniden otorite kurduğundan söz edilir. Çivi yazılı belgeler de, Kargamış Kralı ve doğrudan Büyük Kral tarafından denetlenen Alaşiya (Kıbrıs) ülkesiyle antlaşma yapıldığı belirtilir.
Hitit İmparatorluğu’nun M.Ö. 1200’den kısa bir süre sonra yıkılma nedeni halen tam olarak anlaşılamamıştır. İmparatorluğun yıkılmasına çeşitli etkenlerin neden olduğu değerlendirilmektedir. Son büyük kralın hüküm sürdüğü dönemde, halk içinde huzursuzluklar ve Hitit aristokrasisinde giderek artan çatışmalar başgöstermiştir. Hitit Devletinin ayakta olduğu son yıllara tarihlenen yazılı kaynaklar, sefalet içinde olduğu belirtilen Anadolu’ya Suriye ve Mısır’dan büyük miktarlarda tahıl sevk edildiğini kanıtlamaktadır. Aynı zamanda Anadolu’daki huzursuzluklar ve Suriye üzerindeki Hitit etkisinin azalması da Hitit İmparatorluğu’nun yıkılmasında neden ya da sonuç olarak değerlendirilmektedir...
Hitit Devleti, Kral ve üyeleri kraliyet ailesinden gelen kişilerden oluşan politik bir kurumdu. Yönetimin politik organı Pankuş’tur (İmparatorluk Meclisi). Herhangi bir politik sorun olduğunda Pankuş Kral tarafından çağırılmaktaydı.
Fakat Pankuş kralı bile denetleme yetkisine sahipti; yani Pankuş, kralın kararları hakkında söz sahibi bir kurul ve böylelikle de onun mutlak hakimiyetinin tek denetleyiçisiydi.
Hititçe, bugüne kadar bilinen en eski Hint-Avrupa dilidir. Hitit İmparatorluğu'nda bunun dışında Luvi ve Pala dillerinde olduğu gibi Hititçe'yle az veyâ çok akrabâ olan başka diller de kullanılmaktaydı. Luvca'nın dinsel konularda önemi vardı. Bu dillerle berâber Hititçe, diğer Hint-Avrupa dillerinden kelime hazînesi açısından kısmen farklı olan Hint-Avrupa dillerinin Anadolu kolunu oluşturmaktaydı.
Bunun yanında farklı yazılar da kullanımdaydı. Resmî diplomatik yazışmaları ve saray arşivleri Âsur (Akad) çivi yazısıyla yazılırken kayalardaki kabartmalar ve yazıtlar için Hiyeroglif denilen yazı kullanılırdı. Bugün, bu harflerle yazılan dilin bir Luvca lehçesi olduğu bilinmektedir. Hurrice de önemli bir diplomatik yazışma diliydi ve bilhassa Mittani İmparatorluğu'yla yapılan yazışmalarda kullanılırdı.Hitit çivi yazısının dili Friedrich Hrozny tarafından 1915'te çözülmüş, Hitit hiyeroglif yazısının 1940'lı yıllarda başlayan çözülmesinde ise Helmuth Theodor Bossert'in büyük katkısı olmuştur.
Hititlerde halkın başlıca geçim kaynağı tarımdı. Hayvancılık da yapılıyordu. Ticaret yaparak zengin olanlarda vardı.
Hititler; Babil, Amurru, Ugarit, Arzawa ülkeleriyle ticaret yapıyorlardı.
Arpadan bira, üzümden şarap yapıldığını anlatan bir çok tablet bulundu.
Ulaşım ve ticaret dört tahta tekerlekli öküz arabalarıyla,
Altın Diadem, Alacahöyük, Eski Tunç Çağı, çapı: 19.2 cm eşek ve katırlarla sağlanıyordu.
Yolların bakımı yerel yönetimlerce yapılıyordu.
Gümüş çubukları ticarette para yerine kullanıyorlardı.
YAZI
Çivi yazısında, Akkadça ve Sümerce yazı işaretlerini aynen almışlardı. Diplomasi lisanları Akadca idi.
Hititler yazılarını kil tablet, yani toprak levhacıklar, tahta, gümüş ve bronz levhacıklar üzerine yazarlardı. Hattuşaş Büyük Tapınağında ele geçen bir kil tablette; "19 kil tablet, 33 tahta tablet yazıcısı" ndan bahsedilir. Hattuşaş'ta Sfenks Kapısı yanında Peter Neve 24x35 cm. bronz bir tablet bulmuştur. Ünlü Kadeş antlaşmasının Hititçe metni gümüş tablet üzerine yazılmış. Ama ele geçmedi.
Tabletler, duvar boyunca uzanan, tahta raflar içinde dizili dururlardı. Günümüz kütüphaneleri gibi.
Tabletlerde; Hitit kanunları, devletler arası antlaşma ve yazışmalar, kral yıllıkları, dini tören kuralları, fal metinleri, edebi metinler ve mektuplar yazılıdır.
KİŞİLİK HAKLARI
İnsan yaşamına ve kişilik haklarına büyük önem vermişlerdir. Krallık topraklarında herkes dininde ve dilinde serbestti.
Aşağılayan ve acımasız cezalar uygulamazlardı. İşkence tasvirlerine hiç rastlanmamıştır.
Ölüm cezaları büyü yapanlarla krala karşı gelenlere veriliyordu. Kralın ölüm cezasını kaldırma yetkisi vardı.
Kölelerin bile hakları vardı. Özgür bir kadınla evlenebiliyorlar, kadınlar özgürlüklerini kaybetmiyordu. Başlık parası zorunluydu. Ayrılsalar bile çocuklar paylaşılırdı. Köleler parasını ödeyerek özgür kalabiliyordu.
EVLİLİK
Kutsal Evlilik sahnesi, Bitik Vazosundan ayrıntı. MÖ. 1600'ler (Eski krallık Dönemi) Damat gelinin duvağını açıyor ve ona içki sunuyor. "Yüzgörümü anı" (And. Med. Müz.) Bitik Ankara yöresindedir.
Anadolu'da Hititlerden itibaren Anaerkil düzen yerini ataerkil düzene bırakmıştır.
Kardeş ilişkileri ve evliliği çok kötü karşılanırdı Ensest ilişkinin cezası ölümdü.
Kadınla erkek eşdeğerdi. Ayrım yapılmazdı. Harem sadece sarayda vardı . Halk arasında çok eşlilik geleneği yoktu. Kraliçenin de yetkileri krala yakındı.
Evlenecek erkek kızın babasına Kuşata denilen başlık parası verirdi.
Erkek evlilikten vazgeçerse parayı geri alamazdı.
Evlendikten sonra kadın zina yaparsa cezası ölümdü.
Evli erkek zorla birine sahip olursa cezası ağırdı ama kadının evinde yakalanırsa ceza yoktu.
Hititlerde boşanma ve veraset kanunlarıda ele geçmiştir.
Tabletlere göre aile en az 8-10 kişiden oluşuyordu.
DEVLET YÖNETİMİ
Büyük Kral aynı zamanda baş komutan,baş rahip, baş yargıç görevlerini yürütüyordu.
Kral, kraliçe, veliaht sonra baş mesedi (kral sözcüsü) gelir. Baş mesedi, kralın kardeşi veya veliaht olmayan oğlu olurdu.
Kral aldığı kararı Pankus denen soylular meclisine onaylatmak zorundaydı. Bu ilk kez Hititlerde uygulanmıştır. (Meşrutiyet)
Kral sarayında çeşitli yetkilere sahip devlet erkanı, katipler, rahipler, şarkıcılar, müzisyenler de yaşardı.
Kraliçelik hakkı kral ölse bile ölünceye kadar devam ederdi. Eskisi ölmeden yenisi kraliçe olamazdı. Yani tecrübeye önem verirlerdi. Alacahöyük sfenksli kapısındaki Hitit Kartalı
ASKERLİK
Hititlerde herkes askerlik yapmakla görevli idi.
Savaş arabalarında biri sürücü, ikisi okçu üç savaşçı bulunurdu.
Askerler; ok, mızrak, kalkan, balta, topuzla savaşırlar, bellerinde kamaları olurdu.
Kale komutanları vali olarak görev yapıyorlardı.
Orduda binbaşı, yüzbaşı, onbaşı gibi rütbelerin olduğunu biliyoruz.
Askerler; "Piyade Askerleri, "Araba Savaşçıları", "jandarma askerleri", "istihkam askerleri", "deneyimli askerler" gibi sınıflara ayrılırlardı.
HATTİ ÜLKESİNİN BİN TANRISI
Hitit tabletlerinde uzun tanrı listelerine rastlanmıştır.
Bin tanrılı olmalarının sebebi, işgal ettikleri ülkelerin tanrılarını da kabul etmeleridir.
Dini bayramlara tanrılara şarap, bira, alkollü içecekler sunuyorlardı
Din ve Mitoloji konularında Hatti ve Hurri etkisi altında kalmışlardır. Mezopotamya kaynaklarından esinlenmişlerdir.
Teşup - Gök Tanrısı. (Fırtına Tanrısı ) Baş tanrının sembolü boğadır. Metinlerde ve sanat eserlerinde dağlar üzerinde durur.
Hititler dağları kutsal sayar ve taparlardı.
Arinna- Güneş Tanrıçası. Baş tanrıça. Hepat/Kupaba/Kybele Yazılıkaya'da panter üzerinde durur. Adaletin Koruyucusudur.
Bu iki tanrı birbirlerine eş idiler. Bütün tasvirlerde koca sağda. Karısı solda durmaktadır. Bu gelenek günümüzde devam etmektedir. Kraliyet aileleri bu şekilde dururlar.
Tapınaklarda;
"Tanrı Anası" (baş rahibe), "Tanrı kız kardeşi" (tapınak dansçıları), "Sir" (tapınak şarkıcısı), Kar,Kid (tapınak fahişesi) bulunurdu.
Hitit dîni çok tanrılı bir dindir; panteonun (tanrılar ailesi) içinde binlerce tanrı ve tanrıça vardır ve bunların pek çoğu diğer kavimlerin dinlerinden alınmıştır.
Hititler’de tanrılar, tıpkı insanlar gibidir. Fiziksel şekilleri insan gibi olduğu kadar rûhen de onlarla aynı olup insanlar gibi yerler, içerler, kendilerine iyi bakıldığı sürece insanlara iyilik ederler; ancak ihmâl edildikleri zaman hemen intikam almaya, insanları en acımasız yöntemlerle cezâlandırmaya hazırdırlar. Bir Hitit metni, insanlarla tanrıları birbirleriyle kıyaslamakta ve tanrı-insan ilişkilerini bey-hizmetçi ilişkilerine benzetmektedir.
Hitit devletinin panteonu, Anadolu ve Suriye şehirlerinin çeşitli yerel panteonlarının zamanla bir araya getirilip birleştirilmesinden oluşmuştur.
Hitit devletinin başlangıcından îtibâren baş tanrı, fırtına tanrısı Teşup'tur. Kozmik dönemi (kâinâtı) sağlayan, krallığı ve ülkenin düzenini koruyan O'dur. Kral, efendisi adına ülkeyi yönetir.
M.Ö. 1274 tarihinde II. Ramses ile Muvattalli arasında Kadeş önünde büyük bir meydan savaşı yapılmış ve Kadeş Antlaşması ile sonuçlanmıştır. Bu antlaşmaya bağlı olarak II. Ramses savaştan önce aldığı yerleri boşaltmış, Kadeş Şehri Hititlere kalmıştır.
Kadeş Barış Antlaşması sırasında orduda çıkan bir isyanda, Muvattalli öldürülmüştür. Antlaşma, onun yerine geçen III. Hattuşili tarafından imzalanmıştır. (M.Ö. 1269) Bu antlaşma dünya tarihinde eşitlik ilkesine dayanan en eski antlaşmadır. Antlaşma çivi yazısıyla gümüş plakalar üzerine Akadca olarak yazılmıştır. Ayrıca Kralın mührünün yanında Kraliçenin ( tavananna) mührü de vardır.
Bu antlaşmanın gümüş levhalara kazınmış olan asıl metinleri kayıptır. Mısır’da tapınakların duvarlarına kazınan antlaşmanın bir nüshası da, Boğazköy (Boğazkale) kazılarında kil tablet olarak bulunmuş olup Istanbul Arkeoloji Müzesinde sergilenmektedir.
Kadeş antlaşmasının Hattuşaş’da bulunan çivi yazılı tabletinin büyütülmüş kopyası New York’ta Birleşmiş Milletler Binasında asılıdır.
MÖ II.bin başlarında, Yukarı Mezopotamya'daki Assur şehrinin zengin tüccarlarının Anadolu ile yoğun bir ticari ilişkiye girmiş olduklarını görüyoruz Orta Anadolu'nun geniş toprakları üzerinde kurulan küçük krallık veya beylikler, "Karum" adı verilen pazar yerleri ile son derece canlı birer ticaret merkezleriydiler. Assurlu tüccarlarla birlikte gelişen bir başka ve çok önemli olgu ise, M.Ö. II. bin de Anadolu'da bilinmeyen fakat Mezopotamya'da M.Ö. 3000 yılından beri kullanılan çivi yazısının Anadolu'ya gelişidir. Böylece Anadolu tarihi çağlara girmektedir. Kilden yapılmış tabletler üzerine yazılan mektuplardan, Assurlu tüccarların Anadolu'ya kumaş, koku ve kalay madeni getirerek yerli krallara ve halka sattıklarını, karşılığında altın, gümüş ve bazı tunç malzeme aldıklarını öğreniyoruz.
Koloni Çağı'nı izleyen Eski Hitit ( M.Ö. 18. yy.) ve Büyük Hitit Krallığı dönemleri sonunda, takriben 1200 yıllarında batıdan gelen ve Deniz Kavimleri diye adlandırılan toplulukların istilası ile Hitit İmparatorluğu son bulmuş ve Hititler yaşamlarına şehir beylikleri halinde devam etmişlerdir.
Anadolu'da ilk kez organize devlet kuran Hititleri'in başkenti olan Boğazköy (Hattuşaş), dağlık-engebeli bir arazi kurulmuş olup Çorum'a uzaklığı 82 km'dir.
Boğazköy'ün gerçek tarihi M.Ö. 1900'den az sonra başlar. Geç Hitit ve Asur belgelerinden öğrendiğimize göre Boğazköy; Hattuştu ve Pijusti adlı krallarla son bulan bir hanedanlığın merkezi idi. M.Ö. 19. ve 18. yy.'da Hitit öncesi'deki dönemde Boğazköy'de, Hattiler ve Asurlu tüccarlar da konaklamaktaydılar. Şehirde Asurlu tüccarların ticaret yaptıkları "karum" denilen bir pazar yeri bulunmaktaydı.
Boğazköy, M.Ö. 1200 yıllarına kadar Hititler'in başkenti olma özelliğini korumuştur. İlk Hitit kralı olarak Hattuşaş'lı anlamına gelen Hattuşili'yi görüyoruz.
Kentin asıl merkezini büyük kale teşkil eder. Büyük kalenin kuzeybatı yamacında Hitit İmparatorluk dönemine ait özel evler ile Büyük Mabed'in yer aldığı "aşağı şehir" bulunmaktadır. Şehrin güney kısmını teşkil eden "yukarı şehir"; M.Ö. 13. yy kralları tarafından yapılmış sandık şeklindeki surlarla çevrilmiştir. Bu surda Kral Kapısı, Potern, Sfenskli Kapı, Aslanlı Kapı yer almaktadır. Yukarı şehir içinde Yenice kale ve Sarıkale tahkim edilmiş olarak yapılmıştır.
Hitit Krallığı; M.Ö. 1200'deki Deniz Kavmi Göçleri sonunda Trak asıllı kavimlerin baskıları sonucu yıkılmış olup, dolayısıyla Boğazköy de başkent olma özelliğini kaybetmiştir. M.Ö. 750 yılında Friglerin yerleşimine sahne olmuştur. Hellenistik çağda ise Boğazköy; büyükçe bir yerleşim alanı olamaktan öte gidememiştir. Bizans çağında da iskan edildikten sonra Boğazköy'e 18. yy.'da bugünkü sakinleri yerleşmiştir.
Antik Hattuşa harabeleri ile Yazılıkaya Açık Hava Mabedi birer açık hava müzesi olarak önem taşımakta olup, ayrıca; Milli Park projesi kapsamına alınmış ve Dünya Kültür Mirası listesine dahil edilmiştir.
Anadolu kelimesi Yunanca güneşin
doğduğu yer anlamına gelen “Anatoli”dan doğmuştur. Romalılar, kendi topraklarına
göre doğuda kaldığından buraya doğu toprağı anlamında Thema Anadolia
demişlerdir. Anadolu isminin bir bölge adı olması ise Selçukluların Anadoluya
gelmesiyle başladı.
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Çorum'un
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Çorum Karadeniz bölgesinin Orta
Karadeniz bölümü ile Anadolu’yu bağlayan geçit bölgede kurulmuş olan il.
Güneybatıda Kırıkkale, kuzeyde Sinop, Kastamonu ve Samsun, güneyde Yozgat,
doğuda Amasya, batıda Çankırı ile çevrilmiştir. 39°51’ ve 41°20’ kuzey
enlemleri, 34°04’ ve 35°28’ doğu boylamları arasında yer alır. Orta Anadolu
platosunun kuzey kısmındadır. Denizden yük
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Sungurlu ilçesine 5 km.
uzaklıkta bulunan ve yapılan kazılarda Hitit İmparatorluğu’nun başkenti
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
bkz. Hattuşaş
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Boğazköy'de,
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Yozgat İç Anadolu bölgesinin Orta
Kızılırmak bölümünde yer alan bir il. İl toprakları 34°02' ve 36°09' doğu
boylamları ile 38°54' kuzey enlemleri arasında kalır. Doğudan Sivas, kuzeyden
Tokat ve Çorum, batıdan Kırıkkale, güneybatıdan Kırşehir, güneyden Nevşehir ve
Kayseri illeri ile çevrilidir. Türkiye'nin beş tahıl ambarından
biridir.
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
çivi yazısı ile yazılmış tablet denilen kil
levhacıklar ile başlar. Sayıca, Alişar ve Boğazköy de az Kültepede ise on
binleri aşan bu tabletlerin yazılmış olduğu dil, Mezopotamya da çok geniş bir
zaman kesiti içinde konulmuş olan günümüzdeki
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Yazı, en genel tarifiyle, ağızdan çıkan
seslerin, dolayısıyla sözcüklerin, kulak ya da jest yardımı olmaksızın, gözle
görülebilen, bazen de dokunulabilen işaretler halinde biçimlendirilerek
kaydedilmesini sağlayan araçtır.
İletişini Araçları ve Fikir Yazıları
İnsanoğlu varolduğundan beri, duygu ve düşüncelerini başka kişilerle paylaşabilmek için, çok çeşitli iletişim yolları bulmuştur. Bunların ilk örnekleri arasında, günümüzde dahi pek çok toplum tarafından kullanılan görsel işaretleri, y
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Arapça,
İletişini Araçları ve Fikir Yazıları
İnsanoğlu varolduğundan beri, duygu ve düşüncelerini başka kişilerle paylaşabilmek için, çok çeşitli iletişim yolları bulmuştur. Bunların ilk örnekleri arasında, günümüzde dahi pek çok toplum tarafından kullanılan görsel işaretleri, y
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Hami-Sami Dil Ailesi'nin Sami koluna mensup
bir lisan. Arap Yarımadası ve Kuzey Afrika'da halkın çoğunluğunca, Türkiye ve
İran'da ise Arap azınlıklarca kullanılmaktadır.
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
İbrani’ce
ile aynı dil ailesine giren Akadça’nın eski
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
bkz. İbraniler
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Asur lehçesidir. Bu tabletler İ. Ö. 4000 yılında
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
M. Ö. 3000 yıllarından M. Ö. 612’ye kadar
Dicle’nin batı kıyısındaki Asur şehri merkez olarak kurulan ve gittikçe
genişleyen bir devlet. Bu devlet zamanla Mezopotamya, Elam, Suriye ve Mısır’a
hakim oldu. Asur Devleti istiklalini kazanmadan önce Sümer, Akkad, Subar, Kut ve
üçüncü Ur hanedanı hakimiyeti altında kaldı. Sonradan gelen Sami kavimleri yerli
kabilelerle kaynaşarak Asurluları meydana getirdiler.
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Mezopotamya'da
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Mezopotamya, Türkiye'nin Güneydoğu
Anadolu Bölgesi’nden Basra Körfezine kadar uzanan Fırat Nehri ve Dicle Nehri
arasında kalan bölgenin ilk çağdaki adıdır.
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Sümerler tarafından resim
yazısı olarak icat edilen ve zamanla gelişerek basitleşip, resimselliğini
kaybederek, dış görünüşü bakımından çiviye benzediği için zamanımızda çivi
yazısı adı verilen hece işaretlerinden kurulu bir yazı sistemidir. Bu yazı
genellikle her bilinmeyen yazı sisteminin çözülmesinde olduğu gibi, aynı yazıtın
birden fazla dilde tekrarlandığı çift dilli yada çok dilli denilen yazıtlar
yardımıyla, bir Alman lise öğretmeni olan GROTEFOND’in öncü çalışmaları
sonucunda,
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Ortadoğu'nun tahıl tarımının ve
evcilleştirilmiş hayvanlarının insanlık tarihinde özel bir yeri vardır; çünkü
ilk uygarlık onların yol açtığı yaşam biçiminden doğmuştur. Dünyanın en eski
uygarlığı, Dicle ve Fırat ırmaklarının aşağı kıvrımları boyunca Basra Körfezi'ne
kadar dayanan düz lığ (alüvyon) ovası üzerinde uzanan Sümer ülkesinde
doğdu.
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
19. yüzyılın başlarında okuna bilmiştir.
Anadolu'da bu yazı ve Akadça yazılan tabletler bulunduğu sırada çivi yazısının
ilk okunuşu üzerinden 80 yıldan fazla bir zaman geçmiştir. Tabletler, ilk önce
antikacılar tarafından eski eser piyasasına sürülmüş ve buluntu yeri kesin
olarak belirtilmek istenmediği için, bunların nereden çıkarıldığı sorusu,
Kültepe’nin de içinde bulunduğu coğrafi yerin Roma dönemindeki adı olan Kapadokya bölgesi gösterilerek
geçiştirilmiştir. Bu yüzden çeşitli dünya müzelerince satın alınan Anadolu’nun
bu ilk yazılı ürünleri,
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Anadolu'da tarihsel bir bölge. Yaklaşık
sınırları kuzeyde Karadeniz, doğuda Fırat Irmağı, güneyde Toros Dağları ve
batıda Tuz Gölü'dür. Çeşitli dönemlerde birçok uygarlığın egemenliğine giren
Kapadokya'da bilinen en eski topluluk Samiler'dir. MÖ 2000-1200 arasında
Hititler'in yönetiminde olan bölge daha sonra Lidya ve MÖ VI. yüzyılda Pers
egemenliğine girdi.
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Kapadokya Tabletleri adıyla
tanınmaya başlamıştır. Eski eser tüccarlarının bir sır olarak sakladıkları esas
çıkış yerini bulmak için bir çok girişimlerde bulunmuşsa da , bunlar başarısız
kalmıştır. 1893-
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
1893 yılı olayları, ölümler, doğumlar ve
diğer önemli gelişmeler
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
1894 yıllarında E. Chantre bu Tabletlerin Kültepe
de bulabileceğini düşünmüş, ancak bu düşünce bir türlü doğrulanamamış ve
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
1894 yılı olayları, ölümler, doğumlar ve
diğer önemli gelişmeler
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
1925’e değin her yıl daha çok sayıda tablet eski
eser pazarlarına sunulmuştur. Sonunda Çek bilgini B. Hrozny, Kültepe de kazılar
yapmaya başladığında, tabletlerin höyükten değil de , çok yakındaki bir tarladan
çıkarıldığını köylülerden öğrenebilmiş ve gerçekten de orada başlattığı kazıda
1000 kadar tablet ele geçirmiştir. Daha sonra Hrozny bu kazıları sürdürememiş ve
2. Dünya Savaşı nedeniyle kazılara ara vermek zorunda kalmıştır....Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Gerek Kültepe Höyüğünde , gerek Asurlu tüccarların oturmuş olduğu anlaşılan ve tabletlerin bulunduğu yerleşmede,
1925 yılında meydana gelen olaylar, doğumlar
ve ölümler.
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
1948 yılından beri Türk Tarih Kurumu adına Prof.
Dr. Tahsin Özgüç tarafından sistemli kazılar yapılmıştır. Bu kazılar sonucunda
bir Asurlu tüccarlar kolonisi olarak niteleyebileceğimiz yerleşmenin 4 tabakası
olduğu saptanmıştır. Bunlardan 3. ve 4. tabakalar en eski yerleşmeler olup,
yazılı belgeden yoksundur. 1. ve 2. tabakalarında bulunan tabletlerin sayısı ise
on bine varmaktadır. ...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Bilim dünyasının Hititler ile karşılaşması
1948 yılında meydana gelen
olaylar.
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
1887 yılına rastlar. Orta Mısır'daki Tell-Amerna’da
yapılan kaçak kazılarda, büyük bir tablet arşivine ait ilk belgeler bu tarihte
eski eser pazarlarına sürülmüştür. Belgeler İ.Ö. 14. yüzyıl da
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
1887 yılı olayları, ölümler, doğumlar ve
diğer önemli gelişmeler
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Mısır Firavunları 3. Amenofis, 4.
Amenofis ve
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
bkz. Tutankhamun
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Mısır'ın yeni İmparatorluk dönemine ait başka
mektuplarda da , Mısır-Hitit çatışmalarından söz edilmekteydi. bunlar Martin
Luther’in İncil çevirisinde, İbranca Hittim’in karşılığı olarak kullanılan
Hititler yada Hetoğulları’ nın , İ.Ö. bin yılda büyük bir siyasal güç olarak Ön
Asya’ya kendilerini kabul ettirdiklerini kanıtlamaktaydı....Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Burada şunu da belirtmek gerekir ki;İncil’de İ. Ö. 1. bin yılda Filistin de yaşamış oldukları söylenen Hititler ile İ. Ö. 2. bin yılda Anadolu da bir devlet kurmuş olan Hititler aynı topluluklar değildi. Dil ve köken bakımından asıl Hititlerin akrabası, onların bir bakıma devamıdır.
El-Amerna belgeleri arasında iki mektup daha vardı, bunlar o güne kadar bilinmeyen bir dille , fakat yine de çivi yazısı ile yazılmıştı. Bu belgeleri 1902 yılında inceleyen Norveçli bilim adamı J. A. Knudizon, bu mektupların dilinin Hint-Avrupa dili olduğunu açıkladı. Knudizon’un bu buluşu, diğer bilim adamları arasında kuşku ile karşılandı ve kendine bir yandaş bulamadı. Aradan 4 yıl geçtikten sonra 1834 yılında C. H. Texeir tarafından bulunan, Ankara’nın 150 km. doğusundaki Boğazköy de H. Winkler tarafından 1906 yılında başlatılan kazılarda, El-Amarna da bulunmuş ve Arzawa kralına gönderildiği anlaşıldığı için, adına Arzawa mektupları denilen bu iki belgenin yazıldığı dilde kaleme alınmış olan başka tabletlerde ortaya çıkmaya başladı. Winkler kazılarını 1913 yılına kadar sürdükten sonra ölünce Alman Şarkiyat Cemiyeti, Çek bilgini B. Hrozny’yi İstanbul’a göndererek, Boğazköy’den çıkan bu tabletleri incelemesini istedi. Bu sırada ortaya çıkan 1. Dünya Savaşı nedeniyle Hozny çlışmalarını kısa kesmek zorunda kalmıştır. Çalışmaları olumlu yönde geçtiği için 24 Kasım 1915 tarihinde Berlin Ön Asya Cemiyetinde verdiği Hitit sorununun çözümü konulu konferansta bu belgelerdeki dilin gerçekten Hint-Avrupa dili olduğu tezini ortaya atmıştır. Yayınlanan bir kitapta Hrozny, Eski Yunanca, Latince ve Eski Hintçe ile yaptığı karşılaştırmalarla bir çok Hititçe sözcüğün anlamını saptamayı ve Hitit dilinin ilk Gramer kurallarını ortaya koymayı başarmıştır. Böylece, bugün Hititoloji olarak tanınan bilim dalının doğuşu gerçekleşmiş oldu.
Hititler'in tarihi
Mısır< (Arapça: Mısr/Masr, مصر) adıyla
bilinen Mısır Arap Cumhuriyeti (Arapça: Gumhûriyet Masr'al Arabiye, جمهورية مصر
العربية) Kuzey Afrika'nın en kalabalık ülkesidir. Nüfusun büyük bir bölümü Nil
Nehri boyunca yerleşmiştir. Mısır, Kuzeydoğu Afrika'da yer alan, Kuzeyden
Akdeniz ve doğudan Kızıldeniz'le kuşatılmış ve Sina Yarımadası ile Asya
kıtasına
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Hititler, tabletlerinde kendilerine Nesililer
diyen Hind-Avrupalı boyların sadece Orta Anadolu'da oturan bölümüdür.
Anadolu'daki diğer bazı Hind-Avrupalı boylar,
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Anadolu’nun tarihsel çağları, Çorum'un
Sungurlu ilçesine 5 km. uzaklıkta bulunan ve yapılan kazılarda Hitit
İmparatorluğu’nun başkenti Hattuşa olduğu anlaşılan Boğazköy'de, Yozgat’ın
güneydoğusuna düşen Alişarhöyük'te ve kayserinin kuzeyindeki Kültepede bulunan,
çivi yazısı ile yazılmış tablet denilen kil levhacıklar ile başlar. Sayıca,
Alişar ve Boğazköy de az Kültepede ise on binleri aş
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Luviler
ve
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Luviler Anadolu'da yaşamış Hint
Avrupa kökenli bir halk, MÖ 1000. Hititlerin akrabaları oldukları düşünülüyor ve
kendilerine has dilleri bulunurdu.
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Palalar adı ile bilinirler....Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Anadolu Yarımadası'nın bugün için bilinen en eski adı
Anadolu kelimesi Yunanca güneşin
doğduğu yer anlamına gelen “Anatoli”dan doğmuştur. Romalılar, kendi topraklarına
göre doğuda kaldığından buraya doğu toprağı anlamında Thema Anadolia
demişlerdir. Anadolu isminin bir bölge adı olması ise Selçukluların Anadoluya
gelmesiyle başladı.
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Hatti Ülkesi idi ve bu topraklar 1500 yıl
boyunca
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Hatti
(<sup>URU</sup>
Ha-at-ti), Anadolu'da M.Ö. 3000 - 2000 yılları
arasında Tunç Çağı'nda Hattiler tarafından, daha sonra M.Ö. yaklaşık
1400-1200'lerde güçlerinin zirvesinde olan Hititler tarafından yurt edinilmiş
bir bölgenin adıdır. Anadolu'daki ilk siyasi birlik olan Hitit Uygarlığı'nın
başkenti bugün Türkiye'nin kuzey İç Anadolu Bölgesi'nde bulunan Hattuşaş
kentidir. M.Ö. 1000'li yılarda Hitit toprakları'nın Fırat'ın batısında kalan
bölü
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Hatti Ülkesi olarak bilindi.İlk defa
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Hatti
(<sup>URU</sup>Ha-at-ti), Anadolu'da M.Ö. 3000 - 2000 yılları
arasında Tunç Çağı'nda Hattiler tarafından, daha sonra M.Ö. yaklaşık
1400-1200'lerde güçlerinin zirvesinde olan Hititler tarafından yurt edinilmiş
bir bölgenin adıdır. Anadolu'daki ilk siyasi birlik olan Hitit Uygarlığı'nın
başkenti bugün Türkiye'nin kuzey İç Anadolu Bölgesi'nde bulunan Hattuşaş
kentidir. M.Ö. 1000'li yılarda Hitit toprakları'nın Fırat'ın batısında kalan
bölü
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Mezopotamya yazılı kaynaklarında
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Mezopotamya, Türkiye'nin Güneydoğu
Anadolu Bölgesi’nden Basra Körfezine kadar uzanan Fırat Nehri ve Dicle Nehri
arasında kalan bölgenin ilk çağdaki adıdır.
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Akkad sülalesi döneminde (M.Ö.
2350-2150) bu adlandırma kullanılmıştır. Bu ad o kadar yerleşmişti ki
Anadolu'yu istila eden
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
bkz. Akadlar
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Hititler bile yeni yurtlarından söz ederken
Hatti Ülkesi deyimini kullanmışlardır....Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Oysa sonradan yine tabletlerden öğrenildiğine göre söz konusu Hind-Avrupalı halk kendini
Anadolu’nun tarihsel çağları, Çorum'un
Sungurlu ilçesine 5 km. uzaklıkta bulunan ve yapılan kazılarda Hitit
İmparatorluğu’nun başkenti Hattuşa olduğu anlaşılan Boğazköy'de, Yozgat’ın
güneydoğusuna düşen Alişarhöyük'te ve kayserinin kuzeyindeki Kültepede bulunan,
çivi yazısı ile yazılmış tablet denilen kil levhacıklar ile başlar. Sayıca,
Alişar ve Boğazköy de az Kültepede ise on binleri aş
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Nesice
konuşan Nesililer olarak anıyordu. Ancak
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Hititler'in Anadolu'ya göç tarihleri kesin
olarak bilinmemektedir. Hint-Avrupalı bir kavim olan Hititler'in, MÖ 3000'li
yılların sonunda, 2000'li yılların başında küçük gruplar halinde Kafkaslar
üzerinden Anadolu’ya girdikleri en kabul gören tezlerdendir. Tezlerden bir
diğeri Çanakkale Boğazı'ndan, bir başkası ise, Karadeniz'den geldikleri
varsayımıdır. Yeni gelenler yerli Anadolu Hatti Beylikleri'ni egemenlikleri
altına almışlar, kısmen politik ve askeri, bir dereceye kadar da ekonomik gücü
ell
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
filologlar söz konusu Hind-Avrupalı kavim için
Hatti sözcüğünü
olduğu gibi almayıp, onun Ahd-i Atik'de zikredilen "Heth" ve "Hittim"
şeklinden esinlenerek Almanca Die Hethiter, İngilizce
The Hittites, Fransızca Les Hittites ve İtalyanca
Gli Ittiti deyimlerini üretmişlerdir. Türkçe'de ise önceleri Eti sözcüğü
kullanıldı, şimdi ise Hitit deyimi yerleşmiştir....Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Anadolu'ya geliş yönleri arasında, Kafkasya üzerinden, Çanakkale Boğazı'ndan ya da Karadeniz'den olmalıdır. En genel kabul gören görüş, Kafkasya üzerinden Anadolu'ya indikleri yönündedir.
Tarihteki ilk kralları Kuşşara kralı LeonUgur'dır. İlk yerleşim yerleri ise Hattuşaş'dır. Pithana'nın oğlu Anitta zamanında başkentleri Neşa (Kaniş) olmuştur. Anitta, Hitit krallığının başkenti olan Hattuşaş'ı (Boğazköy), çok büyük hazineleri olduğunu tahmin ederek kuşatmış fakat şehirde herhangi bir şey bulamayınca kızarak şehri tamamen yakıp yıkmış ve ünlü lanetini savurmuştur:
“Geceleyin yaptığım bir saldırı ile şehri aldım. Yerine yaban otu ektim. Benden sonra her kim kral olur ve Hattuşaş’ı yeniden iskan ederse gökyüzünün (Fırtına Tanrısı’nın) laneti üzerinde olsun.”
Daha sonra Anitta'nın soyundan gelen torunu Hattuşaş'ı bu kez Hitit krallığının başkenti yapacak ve kendisine de "Hattuşili" adını verecektir. Hattuşaş Antik Kalıntıları bugün UNESCO'nun Dünya Kültür Mirasları listesinde yer almaktadır. Hititler yerli halkın ekonomik ve kültürel etkilerinden etkilenerek dil ve dinlerini benimsemiş ve ırklarını Hatti ırkının içinde eritmişlerdir.
Hititler, Asurluların Anadolu’ dan çıkmak zorunda kalmasıyla devlet idaresini ellerine almışlardır. Anadolu’nun yerli halkıyla kaynaşıp Hitit Devleti’ni kurmuşlardır. Bu devletin kurucusu Labarna‘dır. Başkenti ise Hattuşaş’ dır. ( Boğazköy)
Hitit tarihi M.Ö. 1650 - M.Ö. 1450 Eski Krallık Devri ve M.Ö. 1450 - M.Ö. 1200 İmparatorluk Devri olmak üzere iki safhada incelenir. Hitit Devleti'nin kuruluşundan itibaren, sanattaki Mezopotamya'lı unsurlar kaybolarak, Anadolu'nun yerli sanatıyla birleşmiştir. Sanatta, boyutları büyümüş anıtsal eserler ortaya çıkmıştır. Mabetler, saraylar, sosyal yapılar, kaya kabartmaları ve orthostatlarla (bina cephelerinde alt sırada yer alan kabartmalı taşlar) önceki sanattan ayrılır.
Aslında Hattiler'e ait olmasına rağmen Hitit Güneş Kursu olarak anılan törensel nesne, Hititlerin sembolü kabul edilir.
Hitit adı Eski Ahit'e göre uydurulmuş bir isimdir. Bugün Hitit diye anılan bu halkın kendilerine "Nesi dili konuşan" anlamında Nesili dediklerini biliyoruz. Hititler kendilerine "Neşalılar" diyorlardı.
Hititlerin siyasi tarihi
M.Ö. 1800 yılları, Anadolu tarihinin başlangıcı yerli aglutinant dil grubuna ait Hattiler ve Hint Avrupalı Hititler hakkında ilk bilgilerin edinildiği dönemdir. Bu çağ, Hitit kültürünün başlangıç ve gelişme aşamalarının kaynağıdır. M.Ö 2500-2000 yılları arasında Kuzey Kapadokya ve Orta Karadeniz bölgesinde gelişmiş kültürün temsilcisi Hattiler’ di.
Şehir devletleri tarafından yönetilen bu bölgenin müstahkem şehirleri, kral mezarları,
hazineleri, Hatti kültürünün simgeleridir. M.Ö 2000 yılları sonlarında büyük savaşlar sonucunda çıkan yangınlarla sona eren bu çağı, Asur Ticaret Kolonileri dönemi izler. Yazılı kaynaklardan Hititlerin, Anadolu’ya M.Ö. 3. binin son yıllarında, 2. binin başında küçük gruplar halinde, girmeye başladıkları ihtimali çıkmaktadır. Hititlerin Anadolu’ya Kuzey Karadeniz üzerinden veya kuzeydoğudan, Kafkaslar üzerinden geldikleri ve Kızılırmak kavisinin kuzey kesimine yerleşmiş oldukları değerlendirilmektedir.
Hitit Beylikler Dönemi
Birbirini izleyen akınlarla Orta Anadolu içlerine yayılan Hititler, zamanla etki
alanlarını genişletmişler, Hattili Prenslerin arazilerine hakim olmuşlardır.
Asur Ticaret Kolonilerinin geç evresinde (M.Ö. 1800- M.Ö. 1730) Kuşşara Kralı Pithana ve oğlu Anitta tarih sahnesine çıktılar. Onlar Hitit diline Nesice adını veren
Kaniş/Neşa’yi zaptedip krallığın ilk merkezi yaptılar. M.Ö. 1700’lerde Kuşşara
kralı Anitta, Hatti Kralı Pijusti’yi yenip şehrini tahrip ettiğini anlatmaktadır:
:Geceleyin yaptığım bir saldırı ile şehri aldım. Yerine yaban otu ektim. Benden sonra her kim kral olur ve Hattuş’u yeniden iskan ederse gökyüzünün Fırtına Tanrısı’nın laneti üzerinde olsun.
Eski Krallık
Hattuşaş M.Ö. 17. yy.’ ın ikinci yarısında, Hitit Kralı I. Hattuşili tarafından başkent olarak seçilir. Eski Hitit Devleti’nin kurucusu I. Hattuşili Kızılırmak kavisi içindeki çekirdek ülkede birliği sağladıktan sonra, Kuzey Suriye ve Yukarı Fırat Bölgesi’nde Hurri Ülkesine karşı yönettiği akınlarla, kendisini izleyecek Hitit Krallarına bir Dünya devleti olma amacının işaretini veriyordu. Murşili istilalara güneyde devam ederek ve Suriye’deki şehir devletlerini devreden çıkartarak, Mezopotamya ticaret yollarını kontrol altına aldı. Halep ele geçirildi ve ordu Babil’e kadar ilerleyerek Hammurabi hanedanlığına son verdi.
Ancak, I. Murşili’nin Hantili tarafından öldürülmesi bir karışıklık dönemi getirir.
Hantili idareyi ele aldıysa da o da öldürüldü. Hantili’den sonra tahta geçen
Zidanta ve I. Huzziya’da Hantili ile aynı kaderi paylaşarak öldürüldüler.
Bu dönemde Hitit devleti, Torosların güneyindeki ülkeleri, Güney ve Güneydoğu Anadolu’daki diğer bölgeleri yeniden Mitanni Krallığı’na kaptırdı.
Telipinu tahta geçince, saraydaki kan davalarını durdurmayı başardı. Önceki kralların
uzak bölgelere yaptıkları seferleri durdurarak, Anadolu’yu kendi içinde tutarlı bir idari
teşkilat altına almaya çalıştı. Bu amaçla eyalet sistemini kurdu. Telipinu fermanı olarak
bilinen fermanı yayınlayarak, taht verasetini belli kurallara bağladı.
Orta Krallık
Geleneksel Hitit tarihi çağ ayrımına göre, Telipinu devrini Orta Krallık adı verilen dönem izler.
Aynı zamanda I. Tuthaliya Hititlerin amansız düşmanı Kaşkalar’la da başetmek zorunda kalmıştır. Metinlerde Tuthaliya zamanında, Fırat’ın yukarı yatağında kalan bölgelere
ve Kuzey Mezopotamya’da Hurrilere karşı yapılan askeri harekatlardan söz edilmektedir.
Bu başarılarla I. Tuthaliya’nın Hatti ülkesinde krallığın gücünü yeniden sağladığı
anlaşılmaktadır. Ancak I. Tuthaliya’nın hükümdarlık alanı genelde Anadolu ile sınırlı
kalmıştır.
I. Şuppiluliuma tahta geçince, öncelikle Anadolu’ daki hakimiyetini sağlamlaştırmıştır.
Daha sonra Suriye ve Kuzey Mezopotamya'nın bazı bölgelerini Hitit Krallığı’na katmıştır.
Kaşkalarla savaşmış, Ugarit Kralı II. Nigmedu ile bir anlaşma yapmıştır. Şuppiluliuma Mısır’ da Tutankhamon’ un ölümünden sonra çıkan çatışmaları fırsat bilmiş, Kargamış’ı alarak Mitanni Krallığı’ na son vermiştir.
Dosya:Hattusa.king.jpg|thumb|Hitit İmparatorluğu'nun son bilinen kralı 2. Suppiluliuma'nın rölyefi.
II. Murşili’nin, Anadolu’nun kuzeyindeki ve batısındaki seferleri, Hitit çekirdek ülkesinde
vebanın hüküm sürdüğü ve giderek artan Asur etkisiyle Suriye’de huzursuzlukların yaşandığı
bir döneme rastlamıştır.
Büyük Krallık Dönemi
Babası Murşili’nin ardından fazla zorluk çekmeden tahta geçen XXI. Muvattalli, yirmi yıldan fazla ’’Büyük Kral’’ olarak hüküm sürmüştür. O’ nun küçük kardeşi Hattuşili, askeri birliklerin başı, saray memuru, kuzey sınırının sürekli huzursuz bölgelerinde ve Hattuşa’da Vali olarak Hükümdara birçok alanda hizmet vermiştir. Bu dönemde Muvattalli sarayını, Tanrı ve atalarının heykelleri ile birlikte Hattuşa’dan Tarhuntaşşa’ya taşımıştır.
Muvattalli zamanında Orta Suriye’deki Amurru bölgesi nedeniyle, Hititler’in anlaşmazlığa
düştüğü ülke Mısır’dı. Bu anlaşmazlık Kadeş Savaşı’ na yol açtı. ( M.Ö. 1299)
Günümüzde Mısır’ daki Abydos, Luksor, Abu Simbel’in duvarları ve Ramsesseum’un pylonlarının üzerindeki kabartmalarda, Yakındoğu’nun geçmişindeki en ünlü savaşlardan biri olan Kadeş Savaşı’nın tasviri görülmektedir. Kabartmalara II. Ramses’in Hitit Kralı II. Muvattalli’yi yenerek elde ettiği zaferin kutlandığı hiyeroglif metinler
eşlik etmektedir. Firavun çok iyi hazırlanarak savaş alanında bizzat bulunmasına rağmen, savaşın asıl galibi Hititler olmuştur. Amurru yeniden Hitit yönetimi altına girmiş, ayrılıkçı yerel kral Benteşina ise Anadolu’ya sürülmüş, Kadeş Kalesi Hitit denetiminde kalmıştır.
Büyük Kral II. Muvattalli öldüğünde, eski bir kurala uyulmuş ve imparatorluğun en güçlü adamı olan kardeşi Hattuşili yerine, oğlu III. Murşili/Urhi-Teşup tahta geçmiştir. O, başkenti Tarhuntaşşa’dan, yeniden Hattuşa’ya taşımıştır.
Bölgede II. Muvattalli döneminden ve Kadeş Savaşı’ ndan bu yana II. Ramses hüküm sürmekteydi. Hattuşili Asur ve Babil Hükümdarları ile olduğu gibi, II. Ramses ile de hükümdarlar arasındaki olağan ilişkilerini sürdürmüştür. I. Şuppiluliuma’dan beri süregelen savaş durumunu sona erdirmiş ve Mısır ile barış antlaşmasını imzalamıştır. Antlaşma Hattuşa’ da ortaya çıkarılan ve günümüzde İstanbul Arkeoloji Müzesinde bulunan kil tabletten anlaşılmaktadır. Akadca yazılmıştır. Ayrıca Mısır-Karnak Ramesseum’ da da Mısır hiyeroglifi ile kaleme alınmış kopyaları görülmektedir. II. Ramses ile yapılan barış antlaşması, Hattuşili’ nin hükümdarlık döneminde ulaştığı bir zirvedir. Bu başarı kendisinin rakipleri Asur ve Babil ile Ege’ deki rakibi Ahhiyava karşısındaki konumunu güçlendirmiştir.
Kurallara uygun olmaksızın tahta çıkmış olmasına rağmen, III. Hattuşili önemli politik başarılar ve uluslararası takdir kazanmıştı; ancak Hattuşa’da tahtına çıkacak kişi ile ilgili düzenlemeyi yapmak da kendisi için önemliydi. Önceden seçilen varisten vazgeçilmiş ve yerine Prens IV. Tuthaliya seçilmişti. Tuthaliya tahta çıktıktan sonra, Tarhuntaşşa Kralı Kurunta ile antlaşma yapmış ve Tarhuntaşşa ülkesinin sınırları yeniden çizilmiştir. II. Muvattali’nin oğlu olarak hanedandan gelen Krala, imparatorluk hiyerarşisi içinde Karkamış Kralı ile aynı düzeyde yer verilmiştir.
Hitit İmparatorluğu’nun bilinen son hükümdarı IV. Tuthaliya’ nın oğlu II. Şuppiluliuma, başgösteren yiyecek sıkıntısıyla daha da gerginleşen duruma rağmen bazı askeri başarılar elde etmiştir. Hattuşa’da bugün Güneykale olarak adlandırılan kesimdeki bir yazıtta, II. Şuppiluliuma’ nın askeri birliklerinin Orta ve Güneybatı Anadolu’da başarıyla savaştığından, Tarhuntaşşa’ da da hükümdarın yeniden otorite kurduğundan söz edilir. Çivi yazılı belgeler de, Kargamış Kralı ve doğrudan Büyük Kral tarafından denetlenen Alaşiya (Kıbrıs) ülkesiyle antlaşma yapıldığı belirtilir.
Hitit İmparatorluğu’nun M.Ö. 1200’den kısa bir süre sonra yıkılma nedeni halen tam olarak anlaşılamamıştır. İmparatorluğun yıkılmasına çeşitli etkenlerin neden olduğu değerlendirilmektedir. Son büyük kralın hüküm sürdüğü dönemde, halk içinde huzursuzluklar ve Hitit aristokrasisinde giderek artan çatışmalar başgöstermiştir. Hitit Devletinin ayakta olduğu son yıllara tarihlenen yazılı kaynaklar, sefalet içinde olduğu belirtilen Anadolu’ya Suriye ve Mısır’dan büyük miktarlarda tahıl sevk edildiğini kanıtlamaktadır. Aynı zamanda Anadolu’daki huzursuzluklar ve Suriye üzerindeki Hitit etkisinin azalması da Hitit İmparatorluğu’nun yıkılmasında neden ya da sonuç olarak değerlendirilmektedir...
Hitit İmparatorluğu’nun Yapısı
Hitit Devleti, Kral ve üyeleri kraliyet ailesinden gelen kişilerden oluşan politik bir kurumdu. Yönetimin politik organı Pankuş’tur (İmparatorluk Meclisi). Herhangi bir politik sorun olduğunda Pankuş Kral tarafından çağırılmaktaydı.
Fakat Pankuş kralı bile denetleme yetkisine sahipti; yani Pankuş, kralın kararları hakkında söz sahibi bir kurul ve böylelikle de onun mutlak hakimiyetinin tek denetleyiçisiydi.
Yazı ve Dil
Hititçe, bugüne kadar bilinen en eski Hint-Avrupa dilidir. Hitit İmparatorluğu'nda bunun dışında Luvi ve Pala dillerinde olduğu gibi Hititçe'yle az veyâ çok akrabâ olan başka diller de kullanılmaktaydı. Luvca'nın dinsel konularda önemi vardı. Bu dillerle berâber Hititçe, diğer Hint-Avrupa dillerinden kelime hazînesi açısından kısmen farklı olan Hint-Avrupa dillerinin Anadolu kolunu oluşturmaktaydı.
Bunun yanında farklı yazılar da kullanımdaydı. Resmî diplomatik yazışmaları ve saray arşivleri Âsur (Akad) çivi yazısıyla yazılırken kayalardaki kabartmalar ve yazıtlar için Hiyeroglif denilen yazı kullanılırdı. Bugün, bu harflerle yazılan dilin bir Luvca lehçesi olduğu bilinmektedir. Hurrice de önemli bir diplomatik yazışma diliydi ve bilhassa Mittani İmparatorluğu'yla yapılan yazışmalarda kullanılırdı.Hitit çivi yazısının dili Friedrich Hrozny tarafından 1915'te çözülmüş, Hitit hiyeroglif yazısının 1940'lı yıllarda başlayan çözülmesinde ise Helmuth Theodor Bossert'in büyük katkısı olmuştur.
Hititlerde yaşam
Hititlerde halkın başlıca geçim kaynağı tarımdı. Hayvancılık da yapılıyordu. Ticaret yaparak zengin olanlarda vardı.
Hititler; Babil, Amurru, Ugarit, Arzawa ülkeleriyle ticaret yapıyorlardı.
Arpadan bira, üzümden şarap yapıldığını anlatan bir çok tablet bulundu.
Ulaşım ve ticaret dört tahta tekerlekli öküz arabalarıyla,
Altın Diadem, Alacahöyük, Eski Tunç Çağı, çapı: 19.2 cm eşek ve katırlarla sağlanıyordu.
Yolların bakımı yerel yönetimlerce yapılıyordu.
Gümüş çubukları ticarette para yerine kullanıyorlardı.
YAZI
Çivi yazısında, Akkadça ve Sümerce yazı işaretlerini aynen almışlardı. Diplomasi lisanları Akadca idi.
Hititler yazılarını kil tablet, yani toprak levhacıklar, tahta, gümüş ve bronz levhacıklar üzerine yazarlardı. Hattuşaş Büyük Tapınağında ele geçen bir kil tablette; "19 kil tablet, 33 tahta tablet yazıcısı" ndan bahsedilir. Hattuşaş'ta Sfenks Kapısı yanında Peter Neve 24x35 cm. bronz bir tablet bulmuştur. Ünlü Kadeş antlaşmasının Hititçe metni gümüş tablet üzerine yazılmış. Ama ele geçmedi.
Tabletler, duvar boyunca uzanan, tahta raflar içinde dizili dururlardı. Günümüz kütüphaneleri gibi.
Tabletlerde; Hitit kanunları, devletler arası antlaşma ve yazışmalar, kral yıllıkları, dini tören kuralları, fal metinleri, edebi metinler ve mektuplar yazılıdır.
KİŞİLİK HAKLARI
İnsan yaşamına ve kişilik haklarına büyük önem vermişlerdir. Krallık topraklarında herkes dininde ve dilinde serbestti.
Aşağılayan ve acımasız cezalar uygulamazlardı. İşkence tasvirlerine hiç rastlanmamıştır.
Ölüm cezaları büyü yapanlarla krala karşı gelenlere veriliyordu. Kralın ölüm cezasını kaldırma yetkisi vardı.
Kölelerin bile hakları vardı. Özgür bir kadınla evlenebiliyorlar, kadınlar özgürlüklerini kaybetmiyordu. Başlık parası zorunluydu. Ayrılsalar bile çocuklar paylaşılırdı. Köleler parasını ödeyerek özgür kalabiliyordu.
EVLİLİK
Kutsal Evlilik sahnesi, Bitik Vazosundan ayrıntı. MÖ. 1600'ler (Eski krallık Dönemi) Damat gelinin duvağını açıyor ve ona içki sunuyor. "Yüzgörümü anı" (And. Med. Müz.) Bitik Ankara yöresindedir.
Anadolu'da Hititlerden itibaren Anaerkil düzen yerini ataerkil düzene bırakmıştır.
Kardeş ilişkileri ve evliliği çok kötü karşılanırdı Ensest ilişkinin cezası ölümdü.
Kadınla erkek eşdeğerdi. Ayrım yapılmazdı. Harem sadece sarayda vardı . Halk arasında çok eşlilik geleneği yoktu. Kraliçenin de yetkileri krala yakındı.
Evlenecek erkek kızın babasına Kuşata denilen başlık parası verirdi.
Erkek evlilikten vazgeçerse parayı geri alamazdı.
Evlendikten sonra kadın zina yaparsa cezası ölümdü.
Evli erkek zorla birine sahip olursa cezası ağırdı ama kadının evinde yakalanırsa ceza yoktu.
Hititlerde boşanma ve veraset kanunlarıda ele geçmiştir.
Tabletlere göre aile en az 8-10 kişiden oluşuyordu.
DEVLET YÖNETİMİ
Büyük Kral aynı zamanda baş komutan,baş rahip, baş yargıç görevlerini yürütüyordu.
Kral, kraliçe, veliaht sonra baş mesedi (kral sözcüsü) gelir. Baş mesedi, kralın kardeşi veya veliaht olmayan oğlu olurdu.
Kral aldığı kararı Pankus denen soylular meclisine onaylatmak zorundaydı. Bu ilk kez Hititlerde uygulanmıştır. (Meşrutiyet)
Kral sarayında çeşitli yetkilere sahip devlet erkanı, katipler, rahipler, şarkıcılar, müzisyenler de yaşardı.
Kraliçelik hakkı kral ölse bile ölünceye kadar devam ederdi. Eskisi ölmeden yenisi kraliçe olamazdı. Yani tecrübeye önem verirlerdi. Alacahöyük sfenksli kapısındaki Hitit Kartalı
ASKERLİK
Hititlerde herkes askerlik yapmakla görevli idi.
Savaş arabalarında biri sürücü, ikisi okçu üç savaşçı bulunurdu.
Askerler; ok, mızrak, kalkan, balta, topuzla savaşırlar, bellerinde kamaları olurdu.
Kale komutanları vali olarak görev yapıyorlardı.
Orduda binbaşı, yüzbaşı, onbaşı gibi rütbelerin olduğunu biliyoruz.
Askerler; "Piyade Askerleri, "Araba Savaşçıları", "jandarma askerleri", "istihkam askerleri", "deneyimli askerler" gibi sınıflara ayrılırlardı.
HATTİ ÜLKESİNİN BİN TANRISI
Hitit tabletlerinde uzun tanrı listelerine rastlanmıştır.
Bin tanrılı olmalarının sebebi, işgal ettikleri ülkelerin tanrılarını da kabul etmeleridir.
Dini bayramlara tanrılara şarap, bira, alkollü içecekler sunuyorlardı
Din ve Mitoloji konularında Hatti ve Hurri etkisi altında kalmışlardır. Mezopotamya kaynaklarından esinlenmişlerdir.
Teşup - Gök Tanrısı. (Fırtına Tanrısı ) Baş tanrının sembolü boğadır. Metinlerde ve sanat eserlerinde dağlar üzerinde durur.
Hititler dağları kutsal sayar ve taparlardı.
Arinna- Güneş Tanrıçası. Baş tanrıça. Hepat/Kupaba/Kybele Yazılıkaya'da panter üzerinde durur. Adaletin Koruyucusudur.
Bu iki tanrı birbirlerine eş idiler. Bütün tasvirlerde koca sağda. Karısı solda durmaktadır. Bu gelenek günümüzde devam etmektedir. Kraliyet aileleri bu şekilde dururlar.
Tapınaklarda;
"Tanrı Anası" (baş rahibe), "Tanrı kız kardeşi" (tapınak dansçıları), "Sir" (tapınak şarkıcısı), Kar,Kid (tapınak fahişesi) bulunurdu.
Hitit Dini
Hitit dîni çok tanrılı bir dindir; panteonun (tanrılar ailesi) içinde binlerce tanrı ve tanrıça vardır ve bunların pek çoğu diğer kavimlerin dinlerinden alınmıştır.
Hititler’de tanrılar, tıpkı insanlar gibidir. Fiziksel şekilleri insan gibi olduğu kadar rûhen de onlarla aynı olup insanlar gibi yerler, içerler, kendilerine iyi bakıldığı sürece insanlara iyilik ederler; ancak ihmâl edildikleri zaman hemen intikam almaya, insanları en acımasız yöntemlerle cezâlandırmaya hazırdırlar. Bir Hitit metni, insanlarla tanrıları birbirleriyle kıyaslamakta ve tanrı-insan ilişkilerini bey-hizmetçi ilişkilerine benzetmektedir.
Hitit devletinin panteonu, Anadolu ve Suriye şehirlerinin çeşitli yerel panteonlarının zamanla bir araya getirilip birleştirilmesinden oluşmuştur.
Hitit devletinin başlangıcından îtibâren baş tanrı, fırtına tanrısı Teşup'tur. Kozmik dönemi (kâinâtı) sağlayan, krallığı ve ülkenin düzenini koruyan O'dur. Kral, efendisi adına ülkeyi yönetir.
Kadeş Savaşı ve Barış Antlaşması
M.Ö. 1274 tarihinde II. Ramses ile Muvattalli arasında Kadeş önünde büyük bir meydan savaşı yapılmış ve Kadeş Antlaşması ile sonuçlanmıştır. Bu antlaşmaya bağlı olarak II. Ramses savaştan önce aldığı yerleri boşaltmış, Kadeş Şehri Hititlere kalmıştır.
Kadeş Barış Antlaşması sırasında orduda çıkan bir isyanda, Muvattalli öldürülmüştür. Antlaşma, onun yerine geçen III. Hattuşili tarafından imzalanmıştır. (M.Ö. 1269) Bu antlaşma dünya tarihinde eşitlik ilkesine dayanan en eski antlaşmadır. Antlaşma çivi yazısıyla gümüş plakalar üzerine Akadca olarak yazılmıştır. Ayrıca Kralın mührünün yanında Kraliçenin ( tavananna) mührü de vardır.
Bu antlaşmanın gümüş levhalara kazınmış olan asıl metinleri kayıptır. Mısır’da tapınakların duvarlarına kazınan antlaşmanın bir nüshası da, Boğazköy (Boğazkale) kazılarında kil tablet olarak bulunmuş olup Istanbul Arkeoloji Müzesinde sergilenmektedir.
Kadeş antlaşmasının Hattuşaş’da bulunan çivi yazılı tabletinin büyütülmüş kopyası New York’ta Birleşmiş Milletler Binasında asılıdır.
Boğazköy
MÖ II.bin başlarında, Yukarı Mezopotamya'daki Assur şehrinin zengin tüccarlarının Anadolu ile yoğun bir ticari ilişkiye girmiş olduklarını görüyoruz Orta Anadolu'nun geniş toprakları üzerinde kurulan küçük krallık veya beylikler, "Karum" adı verilen pazar yerleri ile son derece canlı birer ticaret merkezleriydiler. Assurlu tüccarlarla birlikte gelişen bir başka ve çok önemli olgu ise, M.Ö. II. bin de Anadolu'da bilinmeyen fakat Mezopotamya'da M.Ö. 3000 yılından beri kullanılan çivi yazısının Anadolu'ya gelişidir. Böylece Anadolu tarihi çağlara girmektedir. Kilden yapılmış tabletler üzerine yazılan mektuplardan, Assurlu tüccarların Anadolu'ya kumaş, koku ve kalay madeni getirerek yerli krallara ve halka sattıklarını, karşılığında altın, gümüş ve bazı tunç malzeme aldıklarını öğreniyoruz.
Koloni Çağı'nı izleyen Eski Hitit ( M.Ö. 18. yy.) ve Büyük Hitit Krallığı dönemleri sonunda, takriben 1200 yıllarında batıdan gelen ve Deniz Kavimleri diye adlandırılan toplulukların istilası ile Hitit İmparatorluğu son bulmuş ve Hititler yaşamlarına şehir beylikleri halinde devam etmişlerdir.
Yönetim merkezi
Hititler'in başkenti: HattuşaşAnadolu'da ilk kez organize devlet kuran Hititleri'in başkenti olan Boğazköy (Hattuşaş), dağlık-engebeli bir arazi kurulmuş olup Çorum'a uzaklığı 82 km'dir.
Boğazköy'ün gerçek tarihi M.Ö. 1900'den az sonra başlar. Geç Hitit ve Asur belgelerinden öğrendiğimize göre Boğazköy; Hattuştu ve Pijusti adlı krallarla son bulan bir hanedanlığın merkezi idi. M.Ö. 19. ve 18. yy.'da Hitit öncesi'deki dönemde Boğazköy'de, Hattiler ve Asurlu tüccarlar da konaklamaktaydılar. Şehirde Asurlu tüccarların ticaret yaptıkları "karum" denilen bir pazar yeri bulunmaktaydı.
Boğazköy, M.Ö. 1200 yıllarına kadar Hititler'in başkenti olma özelliğini korumuştur. İlk Hitit kralı olarak Hattuşaş'lı anlamına gelen Hattuşili'yi görüyoruz.
Kentin asıl merkezini büyük kale teşkil eder. Büyük kalenin kuzeybatı yamacında Hitit İmparatorluk dönemine ait özel evler ile Büyük Mabed'in yer aldığı "aşağı şehir" bulunmaktadır. Şehrin güney kısmını teşkil eden "yukarı şehir"; M.Ö. 13. yy kralları tarafından yapılmış sandık şeklindeki surlarla çevrilmiştir. Bu surda Kral Kapısı, Potern, Sfenskli Kapı, Aslanlı Kapı yer almaktadır. Yukarı şehir içinde Yenice kale ve Sarıkale tahkim edilmiş olarak yapılmıştır.
Hitit Krallığı; M.Ö. 1200'deki Deniz Kavmi Göçleri sonunda Trak asıllı kavimlerin baskıları sonucu yıkılmış olup, dolayısıyla Boğazköy de başkent olma özelliğini kaybetmiştir. M.Ö. 750 yılında Friglerin yerleşimine sahne olmuştur. Hellenistik çağda ise Boğazköy; büyükçe bir yerleşim alanı olamaktan öte gidememiştir. Bizans çağında da iskan edildikten sonra Boğazköy'e 18. yy.'da bugünkü sakinleri yerleşmiştir.
Antik Hattuşa harabeleri ile Yazılıkaya Açık Hava Mabedi birer açık hava müzesi olarak önem taşımakta olup, ayrıca; Milli Park projesi kapsamına alınmış ve Dünya Kültür Mirası listesine dahil edilmiştir.
Hititler Resimleri
Bir Hitit arslanı, İstanbul Arkeoloji Müzesi
Yazılıkaya'da Tudhaliya-IV kabartması.Sol eliyle ucu spiral biçimli asasını tutmaktadır,sağ elinin üzerindeki edikulası'nda kanatlı güneş sembolü çift güneşli olarak yapılmıştır.
Hitit İmparatorluğu'nun son bilinen kralı 2. Suppiluliuma'nın rölyefi.
Günümüzde Boğazköy'de bulunan Hattuşaş'taki Aslanlı Kapı.
En geniş sınırlarında Hitit Devleti (Mavi alan)
KARAHANLILAR
arahanlılar, 840-
Karahanlılar Devleti,
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
10. yüzyılda topluca
İslâmiyeti kabulü, netice itibariyle tarihteki birçok hâdiseye yön vermesi
bakımından çok önemlidir.
Müslüman olunca Abdülkerim adını alan
Baytaş'tan sonra, oğlu ebü'l-Hasan Ali hüükümdar oldu. Bu dönemde devletin batı kısmını kardeşi Buğra Han Harun idare ediyordu. Buğra Han, 990 yılında İsbicâb'ı zaptedip, 992 senesinde Sâmânîlerin merkezi Buhara'ya girdi. Böylece Horasan ve
Ahmed Han zamanında, Sâmânîler ve onlara bağlı devletçiklerle Karahanlı münasebetini, devletin batı kısmını idare eden İlig Han ünvanlı Nâsır bin Ali sağlıyordu. Özkent'te oturan Nâsır, 996 senesinde Sâmânî kumandanlarından Fâik'in teşvikiyle bu ülke topraklarına sefer düzenledi. Fakat Gazne hâkimi Sebüktekin'in aracılığı ile bu iki devlet, antlaşma yaptı. Bu antlaşmaya göre Sâmânîler, Seyhun sahasını
Ahmed Arslan Han, Ortak Kağan Yusuf Kadır Han ve Ali Tigin ile birlik olup, hânedanlık kavgasına son vermek için harekete geçti. Ali Tigin, Mensur'a esir düştü. Yedisu bölgesine yapılan düşman karşı, hasta yatağında mücadele eden Arslan Han, Balasagun'a sekiz günlük mesafede, yüz bin çadırdan fazla gayrimüslim göçebeyi mağlup etti. Tufan'a kadar takip ederek ülkesini korudu. Ahmed Han, bu seferden dönüşünde 1017'de vefat etti.
Ahmed Han'dan sonra büyük kağan olan Mensur Arslan Han ise, 1024 senesinde kendi isteği ile saltanatı Yusuf Kadır Han'a bıraktı. Bu sırada Selçuklular'dan yardım alan Ali Tigin, Buhara'yı zaptetti. Yusuf Kadır Han'a karşı, kardeşleri Ahmed ve Ali birleştiler. II. Ahmed, kendisini 1014'te Muizüddevle lâkabıyla büyük kağan ilan etti. Kardeşi Ali ise, Arslan İlig oldu. II. Ahmed Arslan Han; Balasagun, Hocend, Ahsikas, Fergana ve Özkent'e hâkim oldu. Yusuf Kadır Han, Gazneli Mahmud ile görüştü. İki Müslüman Türk devleti arasında dostluk bağları, evlenme yoluyla da kuvvetlendirildi. Bu görüşmede, Karahanlıları ilgilendiren meselelerin yanısıra, Arslan bin Selçuk ve emrindeki Oğuzların da Horasan'a nakledilmesi hususunda karara vardılar. Sultan Mahmud, bir fırsatını bulup, Arslan bin Selçuk'u yakalattı ve Hindistan'da Kalincâr kalesine hapsettirdi. Bu sırada Ali Tigin, bozkırlara kaçtı ve Mahmud'un ülkesine dönmesi üzerine tekrar Buhara ve Semerkand'a hâkim oldu. Yusuf Kadır Han'ın 1032 yılında vefatıyla, oğulları Süleyman, Arslan Han; Muhammed de Buğra Han ünvanlarıyla devletin idaresini ele aldılar. Bu sırada Ali Tigin de Mâverâünnehir'de kendisini Tavgaç Kara Buğra Hakan ilan etti.
Karahanlı hânedanı arasında kıyasıya devam eden mücadele sonucunda, 1042 yılında ülke kesin olarak ikiye ayrıldı. Nâsır bin Ali'nin oğullarından Muhammed Arslan, Kara Hakanlık mevkiinde Büyük Kağan ve İbrahim de Tavgaç Buğra Kara Hakan ünvanını alarak, Batı Karahanlılar devletini meydana getirdiler. Yusuf Kadır Han'ın oğulları da, Doğu Karahanlı devletini idare ettiler.
840 yılı olayları, ölümler, doğumlar ve diğer
önemli gelişmeler
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
1212 tarihleri arasında,
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
1212 yılı olayları, ölümler, doğumlar ve
diğer önemli gelişmeler
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Türkistan ve
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Türkistan Asya kıtasında Türklerin
yurdu manasına gelen büyük bir ülke. Tabii coğrafyası, etnoğrafik ve tarihi
manasıyla Türkistan’ın hudutları şöyledir: Güneyden Gürgan Nehri, Horasan
Dağları, Kopet Dağı, Kuhi Baba, Mezdûran, Tapcak ve Ak Dağları, Hindukuş
Sırtları, Mustag-Kuenker Sıradağları; doğudan, Doğu Türkistan’ın doğu hudutları,
Sucav civarında 98°50’ kuzey paraleli, 40°50’ doğu meridyeni noktası; kuzeyden
Cungarya ve Kazakistan’ın kuzey hudutlarını meydana getiren İrtiş Havzası
v
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Maveraünnehir'de hâkimiyet kuran ilk
Müslüman Türk devleti.
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Maveraünehir, Amu Derya (Ceyhun), Sird Derya
(Seyhun) nehirleri arasında kalan ünlü Türk ülkesi. Bu tarihi belde bugün,
Özbekistan, Kalpakistan'ın bir bölümü ile; Tacikistan, Kırgızistan'ın güney
kısmını; Kızılkum Çölü ile Kazakistan'ın bir kısmını içine almaktadır. 660.000
km2 y??zölçümü vardır. Bölgede, çoğunluğunu Türklerin teşkil ettiği 16 milyon
insan yaşamaktadır.
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Karluk,
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Yakut ve Çuvaş lehçelerinin dışında kalan ana
Türkçenin modern zamanlardaki şiveleri üç gruba ayrılır ki biri de Karluk
grubudur. (diğer iki grup Oğuz ve Kıpçak gruplarıdır.) Karluk gurubunu Özbekçe
ve modern Uygurca teşkil eder.
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Çiğil,
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Çiğil veya Çiyil (Çince: 炽俟 veya 熾俟,
Chí¬qí), 7.yüzyıldan beri Issık gölü etrafında oturan, Çin'li
tarihçilerin yazdıklarına göre "altı Chu(Çu) boyu"'na ait olan iki
boy'dan veya Chumuhun, Chuyue ve Chumi boyları olabilirler,
Çiğiller dine aşırı düşgünlükleri ile tanınırlar. İlk gelen bilgilere göre
Çiğiller Mani dini, sonraki kaynaklara göre Nestorian Hıristanlığın tesiri
altında kalmışlardır.
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Yağma ve diğer Türk boylarından meydana gelen
Karahanlılar Devleti, devrin İslâm kaynaklarında El-Hâkaniye, El-Hâniye, Âl-i
Afrasiyab; başka eserlerde de, Alp-ilig Hanlar, Arslan-Buğra Hanlar unvanlarıyla
anılır. Karahanlılar tabiri, batılı şarkiyatlar tarafından, bu sülâlenin kara
ünvanını çok kullanmaları sebebiyle verilmiştir. "Kara",
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Yağma (Çince: æ ·ç£¨/樣磨, pinyin:
Yí ngmó), Ortaçağ'daki bir Türk boyudur, bu boy günümüz Uygurlar'ın ve
Özbekler'in atalarıdır. Bu boy bir kolu olan ve Üç Oğuzlar denilen birlik,
Yağma, Karluk ve Çiğil boylarından oluşmuştur. 7. yüzyıldan itibaren
Karahanlılar dönemi boyunca Yağma boyu Müslüman Araplar ve Çinliler tarafından
kuvvetli ve kudretli politikli yaratıklar olarak Tarım Havzası, Cungarya havzası
(kuzeybatı Çin'i ve batı Moğolistanı içine
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Türkçe'de, kuzey yönünü işaret
etmesinin yanında, büyüklük ve yükseklik de ifade eder....Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Türkçe, diğer Türk dilleriyle birlikte
Altay dil ailesinin bir kolunu oluşturur. Bu ailenin diğer üyeleri Moğolca,
Mançu-Tunguzca ve Korecedir. Japoncanın Altay dil ailesinin bir üyesi olup
olmadığı konusu tartışılmaktadır.
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
840 senesinde
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
840 yılı olayları, ölümler, doğumlar ve
diğer önemli gelişmeler
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Uygur Devletinin,
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Çin kaynaklarında Hoei-ho, Vei-ho, Hui-ho, Hueu-hu,
Wei-wu vb. şekilde görülen Uygur adının anlamı 974'te yazılan Çince bir eserde
"şahin süratiyle dolaşan ve hücum eden" şeklinde
açıklanmaktadır.
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Kırgızlar tarafından yıkılmasıyla,
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Kırgızlar Orta Asya’daki Türk
boylarından. Güney Sibirya’da yaşayan kuzeyli Türk grubundan. Yenisey Irmağı
boyunda medeni bir hayat sürdüler. Milat’tan sonra birinci yüzyılda Hun Devleti
tabiyetine girdiler. Hunların dağılmasından sonra Kırgızlar, Hakas Devletini
kurdular.
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Orta Asya bozkırlarında, Bilge Kül Kadır Han
tarafından kuruldu. Kadır Han, Mâveraünnehir'i almak isteyen Sâmânîler Devleti
ile mücadele etti. Karahanlılar'ın başlangıç dönemi, ilmî yönden pek açık
değildir. Kadır Han'dan sonra, iki oğlundan Bazır Arslan Han, Balasagun'da Büyük
Kağan olarak, kardeşi Oğulçak Kadır Han ise, Ortak Kağan olarak Taraz'da devleti
idare ettiler. Oğulçak Kadır Han, Sâmânî hükümdarı İsmail bin Ahmed ile devamlı
mücadele etti. Sâmânîler, 883 yılında Taraz'da devleti ele geçirince, Oğulçak,
Kaşgar'ı merkez yapıp, Sâmânî hakimiyetindeki bölgelere akınlara başladı. Bu
akınlar sırasında Oğulçak Kadır Han'ın yeğeni Satuk, Karahanlılar'a sığınan, Ebu
Nâsır adlı Sâmânî şehzadesi ve Müslüman din adamları ile tanışarak İslâm dînini
kabul etti....Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan,
Türkmenistan, Tacikistan, Afganistan, Çin'in bir kısmı (Doğu Türkistan), Rusya
ve Pakistan'ın bir kısmından oluşan bölge ve bölgeyi tanımlamak için kullanılan
coğrafi terim.
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
8. yüzyılda Müslümanlarla tanışıp, içlerinden
kısmen bu dini kabul edenlerin bulunduğu Türklerin
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Müslüman olunca Abdülkerim adını alan
10. yüzyıl olayları, ölümler, doğumlar ve
diğer önemli gelişmeler
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Satuk Buğra Han, doğudaki
amcasına karşı mücadelesinde, Müslüman gönüllülerden de faydalandı. Abdülkerim
Satuk Buğra Han, 995 senesinde vefat edince Artuç'a defnedildi. Yerine oğlu Musa
hükümdar oldu. Onun çok kısa sürdüğü anlaşılan saltanatından sonra hükümdar olan
kardeşi Baytaş Arslan Han, doğu kağanı Arslan Han'ı mağlup ederek, sülalenin bu
kolunu ortadan kaldırdı ve bütün Karahanlıları birleştirdi. Baytaş Arslan Han,
Karahanlı ülkesinde İslâmiyetin yayılması faaliyetlerini tamamlayınca, komşu
Türk boylarnı İslâma daveti kendisine gaye edindi....Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Baytaş'tan sonra, oğlu ebü'l-Hasan Ali hüükümdar oldu. Bu dönemde devletin batı kısmını kardeşi Buğra Han Harun idare ediyordu. Buğra Han, 990 yılında İsbicâb'ı zaptedip, 992 senesinde Sâmânîlerin merkezi Buhara'ya girdi. Böylece Horasan ve
Abdülkerim Satuk Buğra Han İlk
Müslüman-Türk hükümdarı. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Babası
Karahanlı hükümdar ailesinden Bezir Han idi. Babasının ölümü üzerine amcası ve
üvey babası Oğulcak Kadır Hanın himayesinde büyüdü. Satuk Buğra on iki
yaşlarında iken Maveraünnehr ve Horasan bölgesine hakim olan Müslüman Samanlı
Devleti şehzadeleri arasında anlaşmazlık çıktı. Bunlardan Nasır bin Ahmed,
Oğulcak Kadır Hanın ülkesine sığındı.
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Mâverâünehir,
Karahanlıların eline geçti. Şihâbüddevle ve Zâhirüdda'vâ gibi İslâmî ünvanlar
kullanan Buğra Han,
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Amu Derya ile Siri Derya arasında kalan ünlü
tarihî Türk ülkesi. Bugün buralarda on milyona yakın Türk yaşar.
Maveraünehir...
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Kaşgar'a dönerken 996 yılında vefat etti. Yerine
Ahmed bin Ali geçti. Halîfe tarafından tanınan ilk Karahanlı hükümdarı Ahmed
Han'dır....Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Ahmed Han zamanında, Sâmânîler ve onlara bağlı devletçiklerle Karahanlı münasebetini, devletin batı kısmını idare eden İlig Han ünvanlı Nâsır bin Ali sağlıyordu. Özkent'te oturan Nâsır, 996 senesinde Sâmânî kumandanlarından Fâik'in teşvikiyle bu ülke topraklarına sefer düzenledi. Fakat Gazne hâkimi Sebüktekin'in aracılığı ile bu iki devlet, antlaşma yaptı. Bu antlaşmaya göre Sâmânîler, Seyhun sahasını
Kaşgar, (Uygurca قەشقەر Çince 喀什) Sincan
Uygur Özerk Bölgesi'nin batısında yer alan tarihi bir şehir.
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Katvan çölüne kadar
Karahanlılara bırakıyor, Fâik de Semerkant valisi oluyordu. Nâsır, 999 senesinde
Buhara'yı zaptederek, Sâmânî hânedanı mensuplarını Özkent'e götürdü. Nâsır Han,
Gazneli Mahmud ile anlaşınca, Ceyhun
nehri iki devlet arasında sınır kesildi. Ayrıca Mahmud Han, aralarındaki
dostluğu güçlendirmek için Nâsır'ın kızı ile evlendi. Nâsır, Sâmânîlerin bütün
mirasına konmak ve Horasan'ı ele geçirmek istiyordu. Bu yüzden Gazneli Mahmud'un
Hindistan seferinden faydalanarak iki koldan Horasan'a girdi ise de yenildi.
Hânedan mensubu Hotan Hâkimi Yusuf Kadır Han'dan yardımcı kuvvet alıp,
Gaznelilere karşı yeniden askerî harekâta geçti. 1006 senesi Ocak ayının
beşinde, Sultan Mahmud'a mağlup oldu. Bu başarısızlık, Karahanlılar arasında
aile kavgalarına yol açtı. Nâsır, bağımsızlığını ilan etmek istedi. Nâsır'a
karşı, Büyük Kağan Ahmed Han, Gazneli Mahmud'a başvurduysa da, Nâsır bin Ali
1013 yılında vefat etti. Yerine, Arslan İlig ünvanıyla, kardeşi Mensur bin Ali
geçti. Büyük Kağan Ahmed Arslan Han'ın hastalığında kendisini büyük kağan ilan
eden Mensur Han, kardeşi Muhammed'e de Arslan İlig ünvanını verdi....Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Ahmed Arslan Han, Ortak Kağan Yusuf Kadır Han ve Ali Tigin ile birlik olup, hânedanlık kavgasına son vermek için harekete geçti. Ali Tigin, Mensur'a esir düştü. Yedisu bölgesine yapılan düşman karşı, hasta yatağında mücadele eden Arslan Han, Balasagun'a sekiz günlük mesafede, yüz bin çadırdan fazla gayrimüslim göçebeyi mağlup etti. Tufan'a kadar takip ederek ülkesini korudu. Ahmed Han, bu seferden dönüşünde 1017'de vefat etti.
Ahmed Han'dan sonra büyük kağan olan Mensur Arslan Han ise, 1024 senesinde kendi isteği ile saltanatı Yusuf Kadır Han'a bıraktı. Bu sırada Selçuklular'dan yardım alan Ali Tigin, Buhara'yı zaptetti. Yusuf Kadır Han'a karşı, kardeşleri Ahmed ve Ali birleştiler. II. Ahmed, kendisini 1014'te Muizüddevle lâkabıyla büyük kağan ilan etti. Kardeşi Ali ise, Arslan İlig oldu. II. Ahmed Arslan Han; Balasagun, Hocend, Ahsikas, Fergana ve Özkent'e hâkim oldu. Yusuf Kadır Han, Gazneli Mahmud ile görüştü. İki Müslüman Türk devleti arasında dostluk bağları, evlenme yoluyla da kuvvetlendirildi. Bu görüşmede, Karahanlıları ilgilendiren meselelerin yanısıra, Arslan bin Selçuk ve emrindeki Oğuzların da Horasan'a nakledilmesi hususunda karara vardılar. Sultan Mahmud, bir fırsatını bulup, Arslan bin Selçuk'u yakalattı ve Hindistan'da Kalincâr kalesine hapsettirdi. Bu sırada Ali Tigin, bozkırlara kaçtı ve Mahmud'un ülkesine dönmesi üzerine tekrar Buhara ve Semerkand'a hâkim oldu. Yusuf Kadır Han'ın 1032 yılında vefatıyla, oğulları Süleyman, Arslan Han; Muhammed de Buğra Han ünvanlarıyla devletin idaresini ele aldılar. Bu sırada Ali Tigin de Mâverâünnehir'de kendisini Tavgaç Kara Buğra Hakan ilan etti.
Karahanlı hânedanı arasında kıyasıya devam eden mücadele sonucunda, 1042 yılında ülke kesin olarak ikiye ayrıldı. Nâsır bin Ali'nin oğullarından Muhammed Arslan, Kara Hakanlık mevkiinde Büyük Kağan ve İbrahim de Tavgaç Buğra Kara Hakan ünvanını alarak, Batı Karahanlılar devletini meydana getirdiler. Yusuf Kadır Han'ın oğulları da, Doğu Karahanlı devletini idare ettiler.
Gazneli Mahmud Gazneliler Devletinin
en büyük hükümdarı, Hindistan Fatihi ve büyük İslam kahramanı. 2 Kasım 971
(H.361) tarihinde doğdu. Babası Gazneliler Devletinin kurucusu Sebük Tegin,
annesi ise Zabulistan bölgesinden asil bir ailenin kızıydı.
Daha gençlik yıllarında devlet idaresinde görev almaya başladı ve babasının yanısıra katıldığı savaşlarda cesaret ve zekasıyla kendini gösterdi. Babası Sebük Tegin’in vefatı üzerine, orada bulunan küçük kardeşi İsmail, yerine geçti ise de, Su
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Daha gençlik yıllarında devlet idaresinde görev almaya başladı ve babasının yanısıra katıldığı savaşlarda cesaret ve zekasıyla kendini gösterdi. Babası Sebük Tegin’in vefatı üzerine, orada bulunan küçük kardeşi İsmail, yerine geçti ise de, Su
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)