Gazneliler (969-1187) Türkler'in tarih boyunca
yayıldıkları ve devletler kurdukları ülkelerden birisi de Afganistan'dır.
Türkler bu bölgede M.Ö. II. yüzyıldan itibâren devletler kurmağa başlamışlardır.
Bu Türk devletlerinden biri olan Gazneliler, isimlerini başkentleri Gazne
şehrinden almışlardı, ancak bu devlet tarîhî kaynaklarda Yemînîler ve
Sebükteginîler olarak da zikredilmişlerdir.
Türk kelimesinin aslı "türümek" fiilinden gelmektedir. Bu
fiilden türetilmiş, kişi ve insan anlamında "türük" ve nihayet hece düşmesiyle
"Türk" kelimesi ortaya çıkmıştır. Nitekim Anadolu'da bir kısım göçebeler de
yürümekten "yürük" adını almışlardır. Türk kelimesi, ayrıca, çeşitli
kaynaklarda; "töre sahibi, olgun kimse, güçlü, terk edilmiş, usta demirci ve
deniz kıyısında oturan adam" manalarında
kullanılmaktadır.
...Tümünü okumak için linke
tıklayınız.
bkz. Gazne Devleti
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Maveraünehir, Amu Derya (Ceyhun), Sird Derya
(Seyhun) nehirleri arasında kalan ünlü Türk ülkesi. Bu tarihi belde bugün,
Özbekistan, Kalpakistan'ın bir bölümü ile; Tacikistan, Kırgızistan'ın güney
kısmını; Kızılkum Çölü ile Kazakistan'ın bir kısmını içine almaktadır. 660.000
km2 yüzölçümü vardır. Bölgede, çoğunluğunu Türklerin teşkil ettiği 16 milyon
insan yaşamaktadır.
...Tümünü okumak için linke
tıklayınız.
Samânîler mahalli kuvvetlere
ilâve olarak Türk askerlerini kullanmağa başlamışlardı.
Nitekim 912
yılından sonra
Samani Devleti'nin vâlîleri ve
kumandanları arasında Türk isimlerine de tesâdüf edilmeye başlamıştı. Bu
Türklerin İran dünyâsında askerî lider ve vâliler olarak seçkin bir sınıf teşkil
ettiler. Merkezî hükümetin otoritesi zayıfladığı anda, bu Türk kumandanlar
devlet içinde kuvvet ve kudreti ele geçirerek yarı-bağımsız bir şekilde hüküm
sürüyorlardı.
Sâmânî Devleti zayıflamaya başladığı sırada Sîmcûrîler,
Kara Tegin İsficâbî ve Baytuz gibi Türk âile ve kumandanlar bazı bölgede
hâkimiyet kurmuşlardı.
Nitekim Gazneliler de, Sâmânî Devleti'nin dağılma
ve saray isyanları devresinde durumdan yararlanarak ortaya çıkan Türk
âilelerinden birisidir. Sâmânî Devleti içinde Türklerin en mühim
şahsiyetlerinden biri olan Horasan orduları kumandanı Alptegin, 961'de Vezîr Ali
Muhammed Bel'amî ile birleşerek kendi adayını zorla Sâmânî tahtına oturtmak
istedi. Fakat bu arzûsunda başarısızlığa uğradı. Alptegin, bu başasırızlıktan
sonra, beraberindeki çok az bir kuvvetle, Doğu Afganistan'daki Gazne şehrine
çekilmeğe mecbur kaldı ve mahallî bir hânedân olan Levikleri bertaraf ederek adı
geçen şehre hâkim oldu (962). Bu sûretle Gazneliler Devleti'nin temeli atılmış
oluyordu.
Gazne şehrinin bulunduğu Afganistan'ın bu bölgesinde Türklerin
mevcûdiyetinin İslâm'dan daha önceki devrelere dayandığını kısaca belirtmiştik.
Bu bakımdan Gazneliler Devleti sadece Alptegin'in beraberinde getirdiği Türk
askerlerine dayanmamaktadır. Muhakkak ki, bu bölgeye önceden gelenler devlete
bir temel olmuş, daha sonra kuzeyden gelecek Türkler de Gazneliler'in
gelişmesini sağlamıştır.
Levik Hânedânı Gazne'yi kolay kolay elden
bırakmamış, Alptegin (öl. 963)'e halef olan oğlu Ebû İshak İbrahim zamanında
(966) bu şehri ele geçirmiştir. Ebû İshak, Sâmânî Emîri'nin yardımı ile Gazne'ye
tekrar hâkim oldu. Bu sâyede Sâmânîler bu bölge üzerinde hiç olmazsa ismen
hâkimiyet kurdular. Ebû İshak İbrahim'in oğlu olmadığından ölümünden sonra
devletin başına Türk kumandanlarının geçtiğini görüyoruz. Bunlardan birincisi
Bilge Tegin idi.
Bilge Tegin, Gerdiz Kalesi'ni kuşattığı sırada ölmüş
(974-5), yerine Böri Tegin (veya Pîrî Tegin) geçmişti. Ancak Böri Tegin'de
Gazne'de fazla hüküm sürmemiş, kabiliyetsizliği sebebiyle, Türkler tarafından
görevinden uzaklaştırılarak yerine Alptegin'in en çok güvendiği taraftarlarından
biri olan Sebüktegin geçirilmişti (977).
Sebüktegin, oğlu Mahmud'a
bırakmış olduğu Pend-name'sine göre, şimdi Kırgızistan hudutları içinde bulunan
Isık-göl sahillerindeki Barshân bölgesinde dünyaya gelmişti. O'nun Karluk
Türkleri'ne bağlı boylardan birine olması çok muhtemeldir. Sebüktegin'in başa
geçmesiyle Gazneliler Devleti, hükümdarlığın babadan oğula geçtiği bir hânedânın
idâresi altına girmiş oldu. Bir diğer yönüyle Gazneliler Devleti'ni, kuruluş
yıllarında yöneten Türk kumandanların yerine artık bir hânedân almış
oluyordu.
Sebüktegin, görünüşte Sâmânîlerin bir vâlisi olarak hareket
etmesine rağmen, bağımsız Gazneliler Devleti'nin temeli kuvvetli bir şekilde
onun zamânında atılmıştı. Çok geçmeden Türklerin kudreti Gazne'den doğu
Afganistan'daki Zâbulistân bölgesine yayıldı. Şüphesiz 5 ve 11. yüzyıla kadar
merkezî Afganistan'daki Gûr'un erişilmez dağlık bölgelerinde putperestlik devam
etmişti. Sebüktegin, Zâbulistân asîlerinden birinin kızıyla evlenerek buradaki
mahallî duyguları kendi tarafına çekmeye çalıştı.
Sebüktegin, devletin
devamlılığını emniyet altına almak için en iyi yolun dinamik bir genişleme
siyâseti izlemek olduğunu görmüş olmalıdır. Nitekim iktidâra geçtikten sonra
rakip Türk gulam grupların bulunduğu Büst şehrine bir sefer düzenleyerek ele
geçirdi. Aynı zamanda kuzey-doğu Belucistân'daki Kusdar bölgesini Gazneli
topraklarına ilâve etti. O hâkimiyetini Toharistân ve Zemîndâver'e kadar
genişletmiş ve daha sonra gözlerini Hindistan'a çevirmişti.
Onuncu
yüzyılda Lâğân ve Kâbil'e kadar aşağı Kâbil vâdisi kudretli Vayhand Hindûşâhî
hükümdârlarının hâkimiyeti altında idi. Bu hükümdârlar İslâm'ın kuzey
Hindistan'da yayılmasına bir engel teşkil ediyorlardı. Neticede takriben
986-7'de Kâbil-Lâğmân bölgesindeki çetin savaşlardan sonra Hindûşâhî Râcâsı
mağlûb edildi ve Sebuktegin Kâbil nehri boyunca Peşâver'e kadar ilerlemeye ve
orada İslâmiyet'in tohumlarını ekmeğe muvaffak oldu.
Sebüktegin'in bundan
sonra Sâmânîlerin iç siyâsetinde önemli rol oynamağa başladığını görüyoruz. Türk
kumandanlarından Ebû Ali Sîmcûrî ve Fâik ittifâkına karşı, Sâmânî emîri Nûh b.
Mansûr, Sebüktegin'i yardıma çağırmıştı (994). Sebuktegin ve oğlu Mahmud
Horasan'a gelerek bu isyancıları mağlûb ettiler (995). Bunun neticesinde Sâmânî
emîri onlara unvanlar ve ayrıca Mahmûd'a da Horasan orduları kumandanlığını
vermişti. Sebüktegin, Gazneli Devleti'nin temellerini sağlam bir şekilde
attıktan sonra 997 yılında öldü.
Sebüktegin daha hayatta iken küçük oğlu
İsmail'in, tahta çıkmasını kararlaştırmıştı. Ancak yetenekli ve kudretli bir
şahsiyete sâhib bulunan büyük oğlu Mahmûd bu kararı dinlemeyerek mücâdeleye
girişmiş ve İsmâil'i mağlûb ederek Gazneliler tahtını ele geçirmişti. Mahmûd
daha sonra Sâmânî Devleti'nin iç işlerine karıştı. Ayrıca Sâmânîler tarafından
tanınmayan Bağdad Abbâsî halîfe el-Kâdir Billâh adına hutbe
okuttu.
Halîfe ona Yemîn ed-Devle Emîn el-Mille lâkabını verdi. Diğer
taraftan artık Sâmânî Devleti yıkılmak üzere idi. Nitekim 999 yılında
Karahanlılar bu devleti ortadan kaldırdılar. Gazneliler ve Karahanlılar bu
devletin topraklarını paylaştılar. Mahmûd, Horasan'da iktidârını
sağlamlaştırdıktan sonra Sâmânî Devleti'nin hudud bölgelerini, yani Sistân,
Cüzcân, Huttal ve Hârezm'i kendi kontrolü altına aldı.
Mahmûd daha sonra
bu zamana kadar putperestliğin hâkim olduğu bir bölge olan Gûr'u kontrol altına
almağa çalıştı. Buraya birincisi 1011 ve ikincisi 1020'de iki sefer tertiplendi
ve bazı mahallî reisler zorla itâat altına alındı. İslâm dîninin esaslarını
öğretmek için bölgeye hocalar bırakıldı. Fakat Gûr, Gazneliler tarafından alsâ
tam olarak itâat altına alınmamış ve İslâm'ın bu bölgede yayılması ağır bir
seyir tâkip etmiştir. Sultan Mahmûd Sâmânî Devleti topraklarının büyük bir kısmı
üzerinde hâkimiyetini kabul ettirdikten sonra, Hindistan'a seferler yapmağa ve
burada İslâm dînini yaymağa başladı. Yeni ve gelişmekte bulunan başkent
Gazne'nin kuzey Hindistan ovalarına hâkim yüksek bir yaylanın tepesinde
bulunması bu seferlerin yapılmasında büyük kolaylıklar
sağlıyordu.
Mahmûd, Hindistan'a on yedi sefer yaptı, bu seferler onun
saltanatının büyük bir kısmını doldurmuştur. Sultan'ın Hindistan seferlerinin en
önemlisi, 1025-6'daki Somnât seferi idi. Bu sefer sonunda kazandığı zaferin
yankıları sür'atle İslâm dünyâsında yayıldı ve Sultan Mahmûd'un Sünnî İslâm
dünyâsının kahramanı olmasına yardım etti. Abbâsî Halîfesi tarafından sultan ve
âilesine yeni şeref unvanları verildi.
Sultan Mahmûd, zaman zaman
Karahanlılar Devleti ile de savaşmış ve onlara üstünlüğünü kabul ettirmiştir
(bk. Karahanlılar kısmı). Hayatının son yıllarında ise Türkmenlerin Âmu-Deryâ
(Ceyhun)'yı geçerek Horasan'a yerleşmelerine izin vermiş, fakat daha sonra
Türkmenlerin bu bölgedeki halkı rahatsız etmeleri üzerine onları mağlûp etmişti.
Ancak Türkmenlere Horosan'da yerleşme izni vermesi Gazneliler Devleti için
ileride büyük bir tehlike teşkil etmiştir.
Mahmûd, batı yönünde de
devletini genişletmiş ve Irak'daki Büveyhîleri mağlûp ederek Irak-ı Acem'i kendi
imparatorluk sınırları içine katmıştı. Sultan Mahmûd 1030 yılında Gazne'de öldü.
Sultan unvanını ilk olarak kullanan hükümdârın Mahmûd olduğu rivâyet edilmiştir.
O çağdaşlarının nazarında nasıl şöhretini Hindistan'da İslâm dînini yaymakla
kazandı.
Sultan Mahmûd'un ölümünden sonra Gazneliler Devleti'nde tekrar
taht mücâdelesinin başladığını görüyoruz. Neticede Mes'ûd, kardeşi Muhammed'i
mağlûp ederek Gazneliler Devleti'nin başına geçti. Muhammed'in gözlerine mil
çekilerek hapsedildi. Mes'ûd, iyi ve cesur bir askerdi. Ancak şiddete taraftar
olması ve içkiye düşkünlüğü sebebiyle devlet idâresinde babası kadar başarılı
olamadı.
Sultan Mes'ûd, birçok husûslarda babasının kuvvetli
karakterinden yoksundu. Maiyeti onun keyfî hareket ve avâreliğinden şikâyetçi
idiler. Mes'ûd babasının Hindistan'daki başarısını korumakta kararlıydı. Ancak
Karahanlılar Ali Tegin ve Selçuklu tehlikesi karşısında buraya babası kadar çok
sayıda sefer tertibleyemedi. Yine de 1033'de bir sefer tertipleyerek Sarsûtî
veya Sarsâva kalesini zapt etti.
Daha sonra, Selçuklu tehlikesinin
artmasına rağmen, 1037-38 kışında Delhi yakınındaki Hansî kalesine yapılan bir
seferi bizzat yönetmekte ısrar etti ve bu kaleyi de ele geçirdi. O Hindistan'a
yaptığı seferlerde başarı kazanmasına rağmen, Selçuklular karşısında büyük bir
muvaffakiyet elde edemedi.
Neticede, Tuğrul Bey ile Dandanakan'da
karşılaştı ve üç gün süren bir savaştan sonra ağır bir yenilgiye uğradı (1040).
Mes'ûd, Selçuklular'a karşı koyamamak korkusu ile ailesini ve hazinelerini
toplayarak Hindistan'a doğru çekildi. Ancak bu yolculuk sırasında bir ayaklanma
sonucu tahttan uzaklaştırılarak kör kardeşi Muhammed ikinci kez tahta çıkarıldı.
Mes'ûd ise öldürüldü (1041).
Mes'ûd'un oğlu Mevdûd, babasının intikamcısı
ve taht iddiacısı olarak ortaya çıktı ve mücâdelesinde başarılı oldu. Amcası
Muhammed ve taraftarlarını mağlûp ederek Gazneliler Devleti'nin başına geçti
(1041). Ancak Mevdûd'da Gazneliler Devleti'nin duraklama devrinin kaderini
değiştirecek meziyetlere sahip değildi.
O, gerek Hindliler ile ve gerekse
Selçuklular ile mücâdele etti ve Selçuklu akınlarını geçici olarak durdurabildi.
Mevdûd, komşu devletler ile bir ittifâk meydana getirerek Selçuklular üzerine
yürüdüğü bir sırada öldü (1049).
Medûd'da sonra kısa sürelerle oğlu II.
Mes'ûd ve I. Mes'ûd'un oğlu Ali tahta geçtiler. 1050 yılının başında Gazneliler
tahtında Mahmûd'un oğlu Abdurreşîd'i görüyoruz. Fakat 1053 yılında Tuğrul
adındaki bir Türk kumandan Abdurreşîd dahil on bir şehzâdeyi öldürerek
Gazneliler Devleti'nin başına geçti.
Ancak onun hâkimiyeti de çok kısa
sürmüş ve yine bir Türk kumandan tarafından öldürülmüştü. Daha sonra Gazneliler
tahtına I. Mes'ûd'un oğlu Ferruhzâd geçirildi. Sultan Ferruhzâd Selçuklular ile
başarıyla mücâdele etmiş ve 1059 yılında ölmüştür. Tahta geçen kardeşi İbrâhîm
devrinin en önemli olayı, hiç şüphesiz uzun yıllar devam eden Selçuklu-Gazneli
mücâdelesinin bir barış ile sona erdirilmesi idi (1059).
Sultan İbrâhîm,
babasının ve dedesinin zamanındaki Gazneliler Devleti'nin parlaklığını yeniden
sağlamaya çalışmış ve bu barış sırasında Selçuklu sultanları ile eşit şartlarla
müzâkereye girmişti. Daha sonra iki hânedân arasında evlilik münâsebetleri ile
bu barış daha da sağlamlaştırıldı.
Sultan İbrâhîm, Hindistan'da bazı
kaleler zaptetmiş ve Gûrluların çağrısı üzerine Gûr bölgesini hâkimiyeti altına
almıştı. Sikkeleri üzerinde ilk defa sultan unvanı görülen Gazneli hükümdarı
İbrâhîm idi. Onun saltanatı kırk yıl sürmüş ve 1099'da ölmüştür.
Sultan
İbrâhîm'in yerine oğullarından III. Mes'ûd geçti. Bu hükümdâr devrinde daha çok
Hindistân seferi göze çarpıyor. III. Mes'ûd'un 1115 yılında ölümünden sonra,
oğlu Şirzâd bir yıl kadar Gazneliler tahtında hüküm sürdü. Daha sonra III.
Mes'ûdun oğulları arasında taht mücâdelesinin başladığını ve Gazneli Devleti'nin
iç işlerine Selçuklular'ın karıştığını görüyoruz. Şirzâd'dan sonra tahta
Arslan-şâh geçti ise de, kardeşi Behrâm-şâh Selçuklu ailesinden Horasan melîki
olan Sencer'in yardımını sağlayarak Gazneliler tahtına sâhip oldu (1117).
Arslan-şâh önce Hindistan'a geçmiş, sonra Gazneliler tahtı için yeniden
mücâdeleye girişmişse de bu uğurda hayatını kaybetmiştir (1118).
Sultan
Behrâm-şâh, Hindistan'da daha çok isyancılar ile uğraştı. 1134 yılında önceden
ödemeyi kararlaştırdığı yıllık 250.000 dinar vergiyi göndermemesi, Selçuklu
sultanı Sencer'in, Gazne üzerine yürümesine sebep olmuştu. Sultan Sencer
Gazne'ye kadar ilerlemiş ve Hindistan'a kaçan Behram-şâh'ı affederek yine
Gazneliler Devleti hükümdârı olarak bırakmıştı (1136). Behrâm-şâh devrinin
olayları arasında Gaznelilerin, Gûrlular ile olan münâsebetleri de dikkati
çekmektedir.
Gittikçe kuvvetlenen Gûrlular, nihâyet bir intikam vesîlesi
ile Gazne şehrini yaktılar (1151). Behrâm-şâh, yeniden Gazne'ye hâkim oldu ise
de (1152), onun zamanı artık Gazneliler Devleti'nin çöküş içine girdiği bir
devre idi. Behrâm-şâh, 1157 yılında öldü ve yerine oğlu Hüsrev Şâh
geçti.
Sultan Sencer'in Oğuzlar tarafından esir edilmesinin yarattığı
kargaşa (1153-1157) ve Gazneliler'in bu Selçuklu sultanının yardımından mahrûm
kalması Gûrluların işine yaramış ve bundan yararlanarak süratle hâkimiyetlerini
genişletmişlerdi. Neticede Hüsrev-şâh Gazne'yi terk ederek Lahor şehrine
yerleşti. Gazneliler bundan sonra Hindistan'daki toprakları üzerinde hüküm
sürebildiler. Hüsrev Şâh 1160'da Lahor'da öldü ve yerine oğlu Hüsrev Melik
geçti. Nihayet Gûrlular bir hile ile onu esir ederek Gazneliler Devleti'ne son
verdiler (1186-7).
Gazneliler devri, kültür bakımından da parlak
geçmiştir. Sultan Mahmud ve oğlu Mesud saraylarında devrin en büyük
kabiliyetlerini toplamaya çalışmışlar, şairlere hürmet ve sevgi göstermişlerdi.
Sultan Mahmud'un sarayında dört yüz şairin bulunduğu rivayet edilmektedir.
Edebiyattan başka tarih yazıcılığı da Gazneliler'de çok önem taşımaktaydı.
Sultan Mahmud Harizm'i ele geçirdiği zaman ortaçağın büyük bilim adamlarından
Biruni'yi Gazne'ye getirtmişti.
Böylece, Biruni, Hindistan'a yapılan
Gazneli seferlerine katılma şansı buldu. Onun büyük eseri "Tahkik mâli'-Hind" bu
şekilde ortaya çıkmıştır. Bu eser Hinduların inanç ve adetlerini tarafsız olarak
inceleyen ilk İslamî eserdi. Bu eserde Hind din, ilim ve coğrafyası hakkında çok
geniş bilgi bulunmaktadır.
Gazneli sultanlar, mimari faaliyetleri ile de
dikkat çekmişlerdir. Sultan Mahmud ve Mesud dönemi eserlerinden pek azı bugüne
kadar gelebilmiştir. Mahmud, halkın yararı için çarşı, köprü, su yolu ve
kemerleri ile camiler yaptırmıştır. Sultan Mesud'un kendisi de zaten yetenekli
bir mimardı ve yaptırdığı bir sarayın planını kendisi
çizmişti.
Gazneliler'in, Türk ve İslâm tarihindeki başlıca rolü, kuzey
Hindistan'ın fütühâtına yol açarak İslâm dînine Pencâb'da kuvvetli bir dayanak
noktası elde etmesi ve daha sonraki Hindistan fetihlerine bu sûretle sağlam bir
zemin hazırlamış olmasıdır. Ayrıca Gazneliler, Hind dünyâsı kültürü ile doğrudan
doğruya temas kuranlar olarak târîhe geçmişlerdir.
Yıllar sonra, Pakistan
Devleti'nin kurulmasında da birinci derecede etken olmuşlardır. Sultan Mahmûd ve
Mes'ûd'un şahsiyetleri ise halkın zihninde büyük Müslüman ve halk kahramanları
olarak yerleşmişti. Mahmûd, daha sonraki İran edebiyâtında da meşhûr bir şahıs,
adâlet ve insâf timsâli bir hükümdâr olarak yer almıştır.
bkz. Samanîler
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.